fragment

Genç adam gürültülü bir gecenin sıcak bir günün sabahına kavuştuğu saatlerde evinden çıktı, kapıyı ardından usulca çekti, apartmanın sessizliğini kırmak istemiyordu. Ayağındaki ayakkabılar zaten hiç ses çıkarmazdı, belki de bundan fark edilmem bu kadar zor oluyor diye geçirdi bir an içinden, sonra tüm düşüncelerine sıklıkla yaptığı gibi buna da boş verdi, zihninin bir köşesine attı. Merdivenlerin sonuna gelmişti bile bunu düşünürken, demek ki çok büyük bir düşünce sayılmazdı, bu kadar kısa sürede aklına getirip geri itebildiğine göre. Sonra büyük, ağır ve eski apartman kapısını araladı, sadece kendi geçebileceği kadar, ve insan icadı yöntemlerle aydınlanan binadan, semavi aydınlığın hüküm sürdüğü dünyaya adımını atmış oldu, tıpkı dün olduğu gibi, ve önceki gün, ve önceki. Memuriyet hayatının insana en ağır gelen özelliklerini saydığında, günlerin monotonluğu ortalarda bir yerde geçiyordu. Her sabah aynı saatte, aynı yerden aynı yere, aynı vasıtayla, aynı insanlarla güne aynı başlangıç. Ama bu değildi canının sıkkın olmasının nedeni, bu kadar basit sebeplerle canını sıkacak kadar basit biri olduğunu düşünmezdi hiç. Kendini sıkmak için hep daha büyük meseleler seçer, küçük olanları bile yeterince sıkıcı olacak kadar büyütebilirdi, böyle bir yeteneği de vardı. Gün içinde yaşadığı bunaltıcı iş yoğunluğu, bıktıran olaylar, yeter artık dedirten insanlar, kızdıran, üzen, ümidini kıran envai çeşit mesele, hatta bazen armudun sapı, üzümün çöpü bile dert olurdu da, yüzünün asıklığının ve somurtkanlığının asıl sebebi olamazdı asla. Peki bu memnuniyetsiz memuriyette bulunan sıradan memurumuzun bu sıkılgan hüznünü arkasında ne vardı acaba, iş arkadaşları dahil çoğu kimse en az bir kez bu soruyu sormayı denemişti, en dolaysız yolla, “neyin var?”, “ne oldu?”, “derdin ne?” gibi, sadece iki kelimeden ibaret basit soru cümlelerinin demirden yapılmış kocaman kale kapılarının kilitlerini açmaya yetecek birer anahtar olduğunu düşünerek, ya da hiç bilmeden böyle kalelerin var olduğunu. O da aynı yolla cevap verirdi hep, “yok bir şey”, “bir şey olmadı”, “hiç”. Çok severdi bu sonuncu cevabı. Hele o kelimeyi şöyle sesli harfini uzatarak söylemek var ya, deymeyin keyfine.
İşte aynı yüz ifadesi ve aynı hızlı adımlarla yine gidiyor, biz de peşinden ayrılmadan, varlığımızı da hissettirmeden takip ediyoruz, bu gidişin sonu nereye varacak hepimiz merak ediyoruz.