taşlarında şiir okumak, güzel...

Ben bu adamı tanıyorum yahu mahallenin delisi işte kim olacak sürekli kendi kendine konuşan meczupun biri şimdi taşın üstüne çıkmış konuşuyor diye zannetmeyin ki sizlere hitap ediyor o hep kendi kendine konuşur zaten dikkat ederseniz bastığı taş dik duran bir mermer levhadır üzerinde birtakım yazılar olan ve kendisini ayakta dinlediklerini sanıyor etraftaki benzer taşların şiirlerini okuyor yerlerde kumların perestişle ürperdiklerini sanıyor halbuki burada ne bir anlatan var ne de dinleyen sadece kendi kendine konuşan biri ve kimseyi arayıp bulma niyetinde olmayan basit kelimeler var bugün dönüp arkasına bakınca eski kelimelerini daha çok seviyor çünkü onların hepsini kendi dünyasından çekip çıkarmıştı ama artık durum değişti şimdi onun için kafayı ellerin arasına alıp düşünmenin vaktidir tayfunlar oluyor depremler oluyor gemiler batıyor binalar çöküyor benim bunlara ne gibi bir katkım oluyor diyerek şimdi kafayı duvarlara vurmanın vaktidir sanki birşeylerden pişman olmuş gibi kirli duvarlarda iz bırakma hevesiyle yorularak şimdi kafayı yastığa gömmenin vaktidir birkaç hıçkırıkla geçer gider akşam olur onun için şimdi kafayı iyice bir dağıtmanın vaktidir.
-Eh! qu'aimes-tu donc, extraordinaire étranger?
-J'aime les nuages... les nuages qui passent... là-bas... là-bas... las merveilleux nuages!







ikimiz birden sevinebiliriz

Önce anlatacaklarıma bak derin derin; göreceğin parıltı senin ışığındır, bir damladan yansıyan. Önce gözlerime bak, sonra...

"Evet, ben biraz tanırdım onu. Tek başına bırakmaya hiç gelmezdi, hemen hayal kurardı. Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz- du. Zavallı."

kimdim ben?

Orası meçhul orası neresi burası bir adamı boş bir odaya kapatmışlar simit florasanın ışığı ile aydınlanırken oda biçare ne hale gelmiş başının üzerinde parlarken kendisini aziz zannedip beyaz duvarlarına dalmışken birden sönmüş ışık ve cevabı basitleştirmek gerekmiş orası neresi burası bir oda işte orada tüm sadeliğiyle beyaz duvarlarında tek bir çivi olmayan bir oda ve ortasında bir adamı tutan küçük bir fincan kahve birazdan o sade kahve ile helalleşecek adam ve tüm samimiyetiye o beyaz duvarları kirletecek tıpkı içinden geldiği gibi buna mecbur değil belki ama kahveye inanıyor hem de tüm varlığıyla inanıyor sıcak kahvelere ısmarlanan kahvelere siyah kahvelere hazırlanan kahvelere anlatan kahvelere en çok da dökülen kahvelere inanıyor şimdi bir çırpıda duvara fırlatacağı fincan dolusu kahvenin orada nasıl duracağını kim bilir neler anlatacağını merak ediyor baktığında fincan küçük geliyor hayatı içinde görebilmek için her zaman daha büyük düşünmek gerektiğine inanıyor tüm samimiyetiyle kahveye inandığı kadar şimdi o duvarda milyonlarca yol milyonlarca şekil hepsi birbirini tetikleyen bir sürü mayın çıkacak bir köşesinde bir kelebek ve belki dikkatli bakınca arada zorlukla farkedilebilen bir hiç görünecek yeter ki birşeyler görünsün en azından büyük resimde kahveye kattığı samimiyetin şekli çıksın ortaya diye bekliyor duvara dalmış kendini izliyor çünkü kendini aynada izlemek tehlikelidir insan düşüp boğulabilir suyun içinde artık anlattığı herşeyle duvardan süzülüyor kahve artık gönül rahatlığıyla yeni bir kahve yapabilir duvarını seyrederken huzurla içebilir biteceğini bile bile içer kahvesini o anın keyfiyle bitmeyeceğini sanır oysa bütün lezzetler biter bütün tatlar gelip geçer mesela kahvenin en güzel saati gecenin üçüdür ama o bile gelip geçer ardında bıraktığı güzel tat zamanla unutulur demek için erkendir çünkü önce unutmak gerekir kahvenin en kötü saatlerinden birisi ise akşam saatleridir onun da ardında bıraktığı acı tad vardır ama o hemen unutulur çünkü acı tadını hatırda tutmak iyi değildir ve bu bize günlük hayatta ne tür bir tabanca sağlarsa sağlasın kullanmamalıyızdır altıpatlarlar ve revolverler sürekli yanımızda hep aklımızdadır lakin kullanmak için değildir onların amacı her zaman evin bir köşesinde bulunsundur ne de olsa en etkili silahtır kalbe saplanmış bir kalem ya da beynimizi dağıtan bir şarkı el altında hep bulunsundur hep kendini hatırlatsındır ve tekrar kahveye dönersek hatırlamak gerekir ki önemsenecek hiçbirşeyi olmasa dahi samimiyeti olan insanlar vardır burunlarının üzerinde kocaman bir ben yoktur gözlerinin gördüğü ilk şey o değildir en yakınlarındaki o değildir sadece bir su damlasıdır minik bir su damlası burunlarından süzülür ve onu görürler onu yüceltirler kendilerini damla damla yok etmeye çalışırlar yine tüm samimiyetleri ile hıçkırmadan da olsa yazmaya çalışırlar kendi başına kelimeleri severler ve kelimeler hiç yabancı gelmez hangi dilden olursa olsun unutmamak gerektir ki frenk dilini sevmenin bir nedeni de hem yağmuru hem gözyaşını aynı kelimede ifade edebilmenin güzelliğidir bir kelime bu kadar mı yakışır şunu hatırda tutmak icab eder ki derdimiz yaramız acılarımız farklı olabilir ama gözyaşlarımızın tadı aynıdır bazıları söylenmemiş sözler tadındadır bazıları anlatılmamış hisler tadında bazıları acıtan düşünceler tadındadır bunların tümünü gözler lezzet kataloğunda ayrıntılı olarak bulabilirsiniz kitabı edebiyatzede bülbül hazretleri yazmıştır ilk yayımlanan kitabı üst-ün-üm pek tutmayınca kalemini, kağıdını, aynasını ters çevirmiş ve yeni kitabını baştan sona küçük harflerle yazmıştır çünkü küçük harfin mutluluğu vardır hayatta mutlu olmanın yolu düşüncelerini ne kadar büyük olursa olsun küçük harflere sığdırabilmektir düşüncelerin bir hiç olsa bile çünkü hiçlikte bir mertebedir ibni arabinin fikriyatından mütevellid olmaya ya da olmamaya eşit uzaklıktadır aynı konuyu başka bir perdeden hamlet de dile getirmiş ve olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu demiştir ol dedikten sonra hiçlik bile olur bilinir ki insan neyse odur ama bazı insan neyse odun olduğu da görülmüştür olduğun ya da olmak istediğin gibi görünmek sana dikiz anasında birtakım boris vianlar sağlayabilir ama gerçek hayatta edebiyat kadar efendi bir uçurtma sağlayamaz bu konuyu daha fazla irdelemeye başlamadan önce eğer kahvelerimiz olduysa artık içelim ve elbette ki bunları çabucak geçelim.

Küçük Dağlar yayınevi iftiharla takdim eder.
Ünlü yazar T.S.Özdevek'ten:
Emsallerine göre egomun neresindeyim?
-acıklı güldürü-

“Uzak şehrinde bir devlet memuru, altının üçü, koçun koçu... “
-Fallara değil kahveye inanırım... Çünkü yükselen bir şey varsa o ancak telefondur... Düşen bir şey varsa, bilin ki yüzümdür. Üç günlük dünyada sevinecek birşeyler de bulunur ama elbette ki aslolan hüzündür. Düşüncesizlikten mütevellid üzüntü ise kalbimizde saplı bir kalem gibidir, her dokunuşumda acıyla yazar taşın üzerine...

Bu eserimde, öncekilerden farklı olarak, modern insanın çelişkilerini anlattım.
T.S.Ö.

bakalım

konuşsam tesir etmiyor, sussam gönül razı değil
bekleyelim görelim fuzuli bir heveste kaybolmaya
razıysan esirgeme, bak akıp gidiyor elimizde değil
bekleyenim gör elim daha fazla gitmiyor yazmaya.

bir bahar gecesi eğer bir adam

tavanarasındaki o mavi sandığı açarsanız içinde birikmiş çok şey görürsünüz. aradan geçen zaman zarfında dörde katlanmış beyaz bir kağıt, ve üzerinde her cümlesi belirtisiz nesnelerle dolu zarfa hasret bir yazı bulunur. içini göstermeyen koyu renkli zarfında dışarıdan pek zor okunur vaziyettedir. cesaret edip de açmaya niyetlenirseniz eğer sandığın köşesinde bir de zarf açacağı bulunur ve elinize alır almaz/


uyandığında kendini devcileyin bir adama dönüşmüş buldu aynaya bakınca tanıdık gelen iki göz ve kesilmesi gereken bir sakal ile çizgileri olmadan gülümseyen bu yüz aradan geçen zaman katarına yüklenip uzak diyarlara gönderilmeye çalışan dertlerin habercisiydi ama bu tren bunca yükle yoldan çıkar ve sonraki istasyonda/


bugüne dek tam kırk tane beyaz güvercinim oldu hepsinin bileğine aynı mektubu bağlayıp havaya saldım. bugüne dek tam kırk şişe attım mavi denize hepsi içlerinde aynı mektupla suda kayboldu. bugüne dek düşündüklerimin hepsi havaya karıştı, bütün hissetiklerimi suya yazdım. ama bir tanesi duruyor olmalı eski bir sandık/


buna da katlanacağız diyerek bugüne dek her acıya katlanan bu sayfa artık daha fazla katlanmak istemediğini dile getirdi, katlanmış ve üstüne açılmasın diye sıkı sıkı bağlanmış olarak bir zarfa girdi. elden ele dolaşmaya başladı, bunca katlanmış haliyle biraz kabaydı. üzerinde adres olmayan sadece kırmızı bir mühürle mühürlenmiş bir zarftı onu gezdiren. ellerine alanlar bu zarfı beğenirdi, bazen bu kaba mektup zarfının mührünü de beğenen çıkardı içlerinden ama içini açmak aklına gelmezdi kimsenin, içini açmak kimsenin içinden gelmezdi, çünkü üzerinde isim yazmazdı zarfın, mektubu da kimse üzerine almazdı, bilmezlerdi esasında alıcının ismi/


düşünüyorsun özlüyorsun seviyorsun biliyorsun arıyorsun. aynı sorularla yüklemlere yükleniyorsun, cevapları ünlemlerle alıyorsun. cümlelerimin öznesine hasretim ben varsın gizli olsun, sorduğun zaman orda olduğunu bilmek yeter. cümleler kuruyorsun, kimi düşünüp umutlanıyorsun bu kadar çok, neyi arzulayıp hüzne garkoluyorsun bu kadar yoğun, bak hala yerinde duruyorsun, oysa şimdi katlanmak yerine kanatlanmak seni/


yine kalem almış eline yine aklına geleni buyur edecek bu misafirperverlik senin sonun olacak diyorum bir gün olsun bari sen çık git başkasına misafir ol diyorum dinletemiyorum beni her kapıdan kovarlar sen bilmezsin diyor mecbur kalıyorum elime kalem almaya yapabileceğim en güzel hareket bu uzak mesafeleri en kısa yolla katetmeye muktedir tek haberleşme aracı yazı olduğuna göre/


anlatabilmek için şimdi tekrar susmam gerekiyor eğer sizlerin de işi bittiyse çıkarken kapıyı çeker misiniz?

katil teşebbüs

beni böyle bilmenizi istemem en büyük avuntusu kendisi bir bozuntusu diye düşünmeye hakkınız var öyledir haklar kazanılır verilmez verilen hak geri alınmaz almadan önce iyice kontrol etmeniz önerilir yanında minnet hediyemizdir türkiye büyük minnet meclisine verilen soruşturma önergesi ile gördük ki iç minnet borcumuz yok denecek kadar az iken dış minnet borcu almış başını yürümüş aklımızın başındaki dirayetsiz hükümetler senelerce saklamış saklamış ama son bir yılda artık önünü kesemez hale gelmişler şimdi herkese teker teker minnet borcumuzu ödemek durumundayız peki bunu nasıl yapacağız bilmiyoruz ama bedel ödemek gerekiyorsa iste kamçımız burada sırtımızı da açtık ama judas sen bakma utanırım lütfen gider misin?

ne güzel cümleler kurmuşsun öyle devirsene birkaçını, ama neden, dursunlar işte böyle güzel,hiç işte maksat şiir olsun, kelimeler yerini bulsun, olan oldu artık.

bugün aklıma takıldın yine
yolda yürürken
bugün sen yoktun yine
düşeyazdım.

ve buson yağmurları ile gelen şiddetli fırtına son ağacı da yerinden söktü kimse meraklanmasın.



bu alemde her
kesin
bir derdi vadır
kesin
ama yeter artık
kesin
bak duyuyor mu?
kes dedim hey!
tuna mısın
nesin?

mayıs

istanbul da bu bahar havası
beni kendimden geçirdi
sevenlerimin arasında
mayısmışım.
garip şeyler dedim
yerinde olmadan konuştum.
bir ağız dolusu konuştum ve orucum bozuldu.
şimdi yaşamaya devam etmek için
burada, salonodamutfakta
ya da orada, eski Talaviyak'ta
bir damladan çok daha fazla akıtacağım hokkanın içine
divit coşacak sevinecek -seni acımasız vampir-
ben kirleneceğim kağıtta.
şimdi bir öpücük ver öyle git judas.
zaten bugün içime bir korku yerleşti ki
aman yarabbi!
ona bunca mektup yazdım şimdiye değin
hepsi kırmızı kokar ama

ya gözlerinde bulamazsam?

t.

at arabasının altında marmeladov

acıma saygı duyun ama bana acımayın n'olur!
bu garip adam soyluluğu yırtık paltosunda taşır.
ben bir altıncı derece, burda bodrum katında,
çoktan öldüm ama mezarım krallara yaraşır...

çizgi

gözlerinde yorgunluğu anlatan o çizgiler sıcak
yüzünde derdini anlatan yollarda serili vefa
hattatın ince kaleminden bana lutfu ise ancak
kalın bir çizgi üzerime ve altında boş sayfa.

gök

yağmur olur umutla bakarsan göğe
bekliyor giymiş sırtına bir gri kaftan
nazarında tufan kopar gömülür göğe
ardından unutulur bu yorgun kaptan

susam.susa.sus.su.s.

/
ben de sustum
kelimelerim bittiğinden değil
beni duyman için sustum ama
sıkılmıştın sen masal dinlemekten
gözlerim kapanıyor şimdi
çünkü yoruldular
anlatmaktan.

dudaklarımda kalan bu sahte bal tadı
arının izah edemediği cinsten değil

adsızilleti

/
hırsın elleri tok boğazımı bastıran
nefesimi kesen gözlerimi dolduran
bari ibret-i alem diye adımı yazsın
beni bu duvar dibinde cansız bulan

fevri

asmalımescit sokak hala güzel mi?
bizim zamanımızda pek bir doğaldı.
şimdi entel sayısı mı arttı ülkede
ne, yoksa taklitleri mi çoğaldı?

bence çekinmeniz son derece yersiz / kabzasından tutup içeride döndürebilirsiniz

hekimlere saygım sonsuz lakin
ben olmak bir heautontimoroumenos
acımdan ölsem gerek başka ne?
ben var kendime hep müslümanos
-elhamdülillah-

senin en sevdiğim yazın baharı getiren

BAHARI GETİREN

yaz kızım:

senin en sevdiğim yönün elbette kuzey doğun
saat yönünde baktığım zaman hep birincisin sen
bakışların utanmış yere düşmüş kıyamam
sana hiç gözlerindeki elmaslardan bahsettim mi ben?

senin en sevdiğim yarın aslında bugün
düşüncelerimi güzelleştiren yekpare sen
kalbimin yirmibir pare atışı gözlerime baktığında
beni nasıl aşkla parçalar söylemiştim hatırlarsan?

senin en sevdiğim yanın imrendiğim sağın
zekice bir öpücük kondurdum ol tarafa yanaktan
usulca kaldırdın yerden büyüyen gözbebeklerini
örttün üstlerini ince çekilmiş kalemle sürurdan
şu güzel tebessüm yerleşmişken dudaklarına
mydarling bul beni sıkılmadın mı aramaktan?

alo?

t.


BAHARI GETİREN II


daha sabahın ilk saatleri erken kalmış bugün kanepenin sol köşesine kıvrılmış oturuyor dizlerini göğsüne çekmiş haliyle neler anlatıyor yine mahsun gözleri yere takılmış ah bilse bu gözleriyle bu hüznüyle mananın bizatihi kendisidir o beyaz boynu sağ tarafa bükülmüş aynı hüzün gözlerinden akıyor sıkılan yüzünün sağ tarafından süzülüyor küçük yağmur damlaları kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor bu aşkın seremonisine kendi atışlarıyla eşlik ediyor yüreğim duyuyor biliyorum ama daha kaldırmadı bakışlarını konuşmayayım ben en iyisi kelimelerle küçültemem büyümüş gözbebeklerini sözler ile kalkmaz bu gözler yerden yürüyorum usul bir sıfat seçip kendime yanına oturuyorum kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kelimeler dökülmesin diye sıkıca kapatıyorum dudaklarımı nazikçe büzüp en güzel mektubumu mühürlüyorum sağ yanağında yanan ruhumun ışığıyla bir anda aydınlanıyor çevremiz ve mektubunu okuyor daha güzel görebilmek için göz kapaklarını örterek elmasların üzerine kendilerine yakışır usulca bir sıfatla aydınlık yüzünde gördükten sonra o ince tebessümü şimdi gönül rahatlığıyla eriyip kaybolabilirim ben...


t.

çocuk gel değişelim bayramları

çocuk gel seninle değişelim şu bayramları
ikimiz de alamıyoruz istediğimiz oyuncakları
ben adamı koltuğundan kaldırıp yerine oturayım
sen sokaklarda polis amcalarla kovalamaca oyna
bu bayram torpil patlatmak serbest diyorlar ama
sen babanın sözü dinle gözlerin yaşlanmasın
bir gün istiyorum ama mayıs ayında olmasın
nisan devrime daha çok yakışmaz mı sence?
yağmurlarıyla baharıyla tam senlik bir şenlik
olmaz diyorlar çünkü o zaman gerçek olurmuş
kırmızı renk en güzel Nietsche'de dururmuş
büyükler yalan söyler çünkü onlar öyle büyür
insanlar doğar büyür yaşlanamaz bazen ölür
ey meteorolojinin uyarılarına kulak asmayanlar!
sizin yüzünüzden çarpılacağız, başımıza taş yağacak!

dur gideriz deha sabah olmadı

sokak hala karanlık beni kim görecek
dışarı!
şimdi çıkarsam
atsam tüm kirli düşüncelerimi
makinaya kısa programda
bana nasıl bir hijyen sağlar?
senin bitirdiğin yerde ben daha yeni,
başlarken:
bunun ne kadar faydalı bir baş olduğu,
da
tartışmasız tartışılır
geçelim bu ayakları başım
sen hala omuzlarda mısın?
halk gale yana gele yazdı bak
hele ki bilince saldırdığını bilince insanlar?
topyekün bir savaş bir seferberlik halidir
bu son kalan kırıntıları
zihnimin yollarından toplayıp doldurmak için silolara
daha çok masal kahramanı gerek bana
hansel bırak kardeşin kalsın
sen adam topla gel
topla
topla
hop!
çok geldin al biraz
az...

dahil değil

yaş otuzbeş yolun yarısı eder
dantel gibi ortasındayız sehpanın
gölgesi üzerimizde bir ulu çınar
tavana uzanır içinden seramik saksının

işte o ağacın dalından sallanır urgan
yalınayak o sehpanın üzerine çıkarsın
on yıl hayatta beklemezsin bilirim
sen var ya ölümden bile bıkarsın

kaldırın kelimeleri

KAZAN (kaldırınlan)

kelimeler çok tehlikeli, kelimeler, çok acımasız.
kelimeler kafamda rahat durmuyor,
orayı kaynatmaktan başka pek bir işe yaramıyor,
havaya bırakıyorum, herkes yakalayamıyor,
çarem kalmıyor kağıda emanet ediyorum
al bunları sen taşı diye yalvarıyorum.
ama kağıt da herşeyi taşıyamaz my darling,
yazılmış kağıdı katlayıp uçak yapsam
uçamıyor bir türlü kelimelerin ağırlığından,
gemi yapsam usulca suya bıraksam
arşimet gözyaşlarını tutamıyor ardından.
havada uçabilecek kadar hafif,
suda yüzebilecek kadar gerçekçi
olmadığından mıdır neden,
gönderdiğim yere bir türlü
gidemiyor biçare kelimelerim.

ah çocuk!

KALAY

şiirin çok şirin baba
ve biraz da gargamel şüphesiz
ama en çok da mavi
çünkü mavi insanı derin gösterir
onun deniz mavisi elbiselerinde
en derin dekoltelerde
kaybolurken ben
gözlerinde öğrenemediğime yanarım
serbest dalış yapmayı
ya da sırtüstü yüzmeyi
gökyüzünü seyredip bir yandan
bulutlardan tavşan çıkarmayı
ama bugs bunny gridir neden?
pamuğa hiç benzemiyor
üzerimizde asılı duran
birazdan üzerime boşanacak
gri bir güğüm o
benim göğüm.

t.


NAL

seni kalbimin en güzel
kösesine yerleştirdim dedi kız
artık sen kırmızı köşedesin
ve mavi köşede zabellah bir adam
kol değil onlar bir çift bacak omuzlarından çıkan
belden aşağısı ise
at, zaten
belden aşağı çalışmana gerek yok
sınavda çıkmaz dedi öğretmen
ama hiç hocaya güvenilir mi ali, bak
bekliyoruz hala, artık şu topu
at, zaten
ben sporcunun
önünde eğilirim diyecektim lan
bana vecize mi yok
maraton koştum dün ikindi vakti
sonuncuyum ama sen beni yedinci san
at, zaten
sinema bir şenliktir
film festivalinde tanıştım o kızla
bugün senaryoya uymayan biri daha recm edilirken
sen orda yoktun aşkım
çünkü işin başından aşkın melah
at, zaten
meraktan
kim ölmüş?

t.

RÜYA

istanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
çekiç sesleri geliyor doktordan
yeni koltuğuna hasta oturtmuş
karşı apartmandaki dişçi
bir elinde matkap dün almış nalburdan
öbüründe kerpeten ki onu da
bir kızkurusu atmıştı camdan
gecenin ikisinde uyumadan
çünkü pencerede otururdu o saate kadar
bıkmadan arardı gözleri
ilk aşkı kanalizasyon işçisini
ama heyhat artık boru patlamaz bu şehirde
herşeyden önemlisi pisliğimiz ulaşmalıydı yerine
ama burda dökülen bütün hayatlar denize varır doktor
dökülür demiyorum bak
mesela örneğin misalen diyelim ki farz-ı muhal
yarın camdan atlayacak o kız
düşünecek tam sekiz metre üçüncü kattan kaldırıma kadar
mansiyon ödüllü bir kısa film senaryosu çıkacak hırkasının cebinden
haydi oyalanma koş söyle o manifaturacıya da
koymasın arabasını kapının önüne bu akşam
yarın kalabalık olur buralar
o hengameden fırlar gelir küçük hergele
yere düşen kağıdı bulur
daha yeni taktı kurdelesini yakasına kan kırmızısı
aliyi bilir bir de ayşeyi
bir de nietsche elbette kan kırmızısı
bıyıklarını sever zibidi onun porsuk porsuk
sizi çok sevdim amca
sizi çok sevdim ama
annem çağırıyor balkondan sırtım su gibi olmuş değiş değiş
bak böyle uyurdu zerdüş.

t.