Mimsiz Malihülya

Ben yazma bilmem, sen beni bilirsin; elim kaleme gidiyorsa utanmadan, onu elimde tuttuğumdan değil seni aklımda tuttuğumdan mütevellid dökülüyordur cümlelerim. Küçülmüş kelimeler kendiliğinden havaya uçuyorsa hülyalarda, böylesi bir kucaklamaya hangi ruh karşı koyabilir? Yazdıkça mütevazi bir acı çektiğim doğrudur, ama zaten kimse yürürken bu ayakkabılar vurmaz demedi, bu topraklarda vurulmanın başka yolları var. Önce yazarak destekli nişan vaziyeti al, alınız al, inandım, morunuz mor, inandım, elbette ki sığındım hemen sığınaklara, taarruz çetin gökten kurşun yağıyor sağanak sağanak, sığınaklara yöneldim üzerimi örteceğini sanarak, sığınaklara, sığın ve akl ara. Spinoza, havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, kendi arzusuyla yola çıktığını söylerdi, der, kendisi böyle de bir adamdır. Lakin kuyunun dibine düşmüş bir taşın çıkıp da kendi arzusuyla dibe vurduğunu söylemesi abestir, zira adam olan kuyuya düşmez ancak atılır. Mezarlar taze ölüleri bekleyedursun, o, ben ya da sen, ama daha çok o, kendini kapattığı, şu dışardan bakılınca kuyu, içinden bakınca ise fildişi kule görünümlü meskende, bir gün bu fildişi kuleyi yıkmaya gelecek olan filler için taş toplamıştı, kelimenin öbür yarısı için çiçek toplayıp hazır beklemek aklında yoktu, huzur beklemek keza. Kaburgasını söküp yüreğine saplasalar dahi, ritmi değişmezdi, aynı aşka vurur ve yine aynı yazıyı yazardı. O zamanlar kitaplar daha kalındı, harfler daha büyüktü, ben daha küçüktüm. Yazmayı aklımdan bile geçirmediğim bir kitabın, bir türlü açılmayan ketum yaprakları, anlaması kolay ama okuması zor yazıları, iki boşluğun arasına dizilen satırları arasına gizlenmiş sırları mahfuz kader, eğer beni sana benim kelimelerimle anlatmayacak olsaydı, hava bu kadar nemli, bulutlar bu kadar ağır olmazdı, ben ne o zamanlar, ne de şimdi burada olmazdım, sen zaten, öyleyse başımız önde nereye gidiyoruz?
Kısmetse aklımızı kullanarak birazcık huzur bulmaya gidiyoruz, geniş gönüller huzuru tanpınarda arasa da, ki aramaya başlamak için hiç de yanlış bir seçim sayılmaz, burada anmamız gereken o değildir sevgili dostlar. Huzur arıyoruz, evet, bunun için de önce bu anlamsız, evet yanlış okumadınız hiçbiriniz, bu anlamsız malihülya hallerini, bu gereksiz melankoli balonlarını aklımızdan, hayali yükleri sırtımızdan atıyoruz, çünkü yola çıkabilmek için bütün gereksiz ağırlıklardan, düşüncesiz hayallerden kurtulmamız gerekiyor. Saadet peşinde koşmuyoruz zira istediğimiz o değil, hem her türlü menfi fikriyata rağmen, hayatta güzel şeyler de var, evet, mesela arılar bal yapıyor değil mi? Faili meçhul olmayan birtakım kıyaklarla karşılaşıyoruz. Şayet balın tadını almak varken biz iğneyi seçiyorsak, yeterince düşünmemekten başımızı giyotine vursalar yeridir. Şimdi yapılması gereken, hazır huzur peşine düşmüşken, bu melankolik ve komik elbiselerimizi çıkartıp, giyebileceğimiz en güzel elbiseleri giymektir, hadi canım oturmaya mı geldik? Teskin arıyorsam ve gittiğim hiçbir yerde bulamamışsam, artık anlatmam gerekir ki kendi teskin mabedimi inşa edeyim. Latif bir hayalden daha evlası, tahayyül edebileceğinden daha lütufkar birisi olur ancak. Ben daha yazarım, seni dahi yazarım ama, sana bilmediğin bir şey öğretemem. Yazılacak herşey yazılmıştır, ama okuyacak çok şey vardır. Malihülyalarımızı terketmenin hafifliği içinde, şimdi söyleyin bana, buraya kadar çıkmışken, hülyalarımızı daha ne kadar yüceltebiliriz? Mimleri atma fikri aklınıza yattıysa eğer beraber gidelim, bir süper kahramanın da dediği gibi, yukarı, yukarı ve ileri..