Denizdeki şişeyi cesaret için çevirdiğimde karşıma doğruluk çıktığı zaman yine birşeyler yazarak aynı kağıda, tekrar yerine koyuyor, ağzımı sıkıca kapatarak maviye iade ediyorum. Aslında içindeki mektubu alıp yerine bir gemi maketi yerleştirmek istiyorum o şişenin, yazıları gidemediği yerlere götürebilmek için denizde, küçük bir yelkenli lazım o şişenin içine, mektupları uçurmuyor rüzgar. O da işe yaramazsa şişeyi son kez elime alırım, kağıdı da gemiyi de çıkarır, içkiyi bitirmeden şişenin ağzına bir fitil tutuşturup minik bir kokteyl hazırlarım kendime, tutup evime fırlatır içeri koşarım, yanacaksam da denize attığım aynı şişeden yanayım, çünkü ben seni değil kendimi yakmaktan yanayım. Bunu yaparken o şarabı ağzıma değdirdiğimde, şişenin menşei itibariyle ne kadar kırılgan olduğunu ve içindeki kırmızıyı her an kağıda boşaltabileceğini biliyor, şişedeki mektupların seni şaraptan evla sarhoş edeceği günü bekliyorum.
Bottle inanışlar
Denizdeki şişeyi cesaret için çevirdiğimde karşıma doğruluk çıktığı zaman yine birşeyler yazarak aynı kağıda, tekrar yerine koyuyor, ağzımı sıkıca kapatarak maviye iade ediyorum. Aslında içindeki mektubu alıp yerine bir gemi maketi yerleştirmek istiyorum o şişenin, yazıları gidemediği yerlere götürebilmek için denizde, küçük bir yelkenli lazım o şişenin içine, mektupları uçurmuyor rüzgar. O da işe yaramazsa şişeyi son kez elime alırım, kağıdı da gemiyi de çıkarır, içkiyi bitirmeden şişenin ağzına bir fitil tutuşturup minik bir kokteyl hazırlarım kendime, tutup evime fırlatır içeri koşarım, yanacaksam da denize attığım aynı şişeden yanayım, çünkü ben seni değil kendimi yakmaktan yanayım. Bunu yaparken o şarabı ağzıma değdirdiğimde, şişenin menşei itibariyle ne kadar kırılgan olduğunu ve içindeki kırmızıyı her an kağıda boşaltabileceğini biliyor, şişedeki mektupların seni şaraptan evla sarhoş edeceği günü bekliyorum.
Gösterişsiz, içi umutla dolu bir adamım, sanıyorum ciğerparemden rahatsızım
***
Çünkü o aralık ilk defa odaya elinde notlarla başka biri daha geldi, şimdiye kadar o aralık kapıdan bakan çok olmuş fakat eşiği aşmaya cesaret eden görülmemişti, dört tarafı kelimelerle çevrili odasında robinson o aralık ayının son cumasında daha önce vaaz geçtiği bütün mezar taşlarını bir yana toplayıp onlara şiir koşmaya başladığı anda odayı çevreleyen kelimeden duvarların bir kez daha yükselmeye başlamasıyla kapıdan bakan bir çift göz bedene büründü ve eşiği geçer geçmez kendisini odanın en yüksek yerinde buldu.
Ama bu aralıksız geçen senelerin masumiyetini ve acımasızca verdiği aralıksız acının aslında bir ışık oyunu olduğunu kanıtlamadığı gibi, ayın karanlık yüzününde yaşayanların neden bu dünyadan ayrı fakat ondan ayrılamadan yaşadıklarını, ya da teslim olduklarında her ay döneceklerini bildikleri halde neden ışığa sürekli sırtlarını dönmek zorunda kaldıklarını açıklayamaz. Zaten oda derin ve karanlık olmasaydı o aralıktan bakan gözler böyle parlamaz, odanın en yüksek yerine çıktıktan sonra içeriyi bu kadar sonsuz ve kuvvetli aydınlatmasına gerek kalmazdı.
En uzun geceye tenvirat denemesi
Çünkü benim teslim olmamla beraber ateşkes ilan edilir, havada uçuşan kurşun kalemlerden artık kimse yaralanmaz, kağıtlar kasvetli hikayeler yerine hayatla yapılmış antlaşmalarla dolar. Ben teslim olur giderim, geride kalanlar birbirlerine karanfiller uzatır, harbin dumanını keyifle içlerine çekerler. Götürürken ellerimi bağlarlar benim, başka hiçbir eli tutmayacağımdan emin olursun, gözlerimi örterler, başka kimseyi görmeyeceğimi bilirsin, ayaklarımı zincirlere vurduklarında anlarsın ki başkasına gitmem mümkün değildir.
Teslim bayrağını çekmiş bu siyah paltolu adamın becerebileceği yegane şey, yakasını kaldırıp yine aynı sokaklarda dolaşmaktır, gecenin üstünü örtmesine izin vermediği fikirlerini karanlığa bırakırken, kulaklarından eksik etmediği melodinin eşliğinde yolların ayaklarının altından kayıp gitmesini seyretmektir. Geçtiği yerlerde bıraktığı yanık izleri, dönüş yolunu bulabilsin diye değil, ardından bakanların gittiği yeri bilmesi içindir, zira siyah paltolu adam umduğu yere vardıktan sonra geri dönmeyi aklından geçirmez.
Kendi halinde sokakları aydınlatan o direkli lambalarının bile saygılarından eğildiği caddelerden geçerken mahalle halkının cümlesini kaplayan endişe, içlerine yerşelen ya bizi de yakarsa korkusu, insanın üzerine eğilen cumbalı evlerdeki ışık geçirmeyen perde sevdası, ve onların ardında konuşlanmış geçenleri uzaktan seyreden meraklı gözler, ateşi körüklüyor. O ateşi söndürmeye yetecek iki damla suyun perde ardındaki o gözlerden gelmeyeceğini bildiği halde, siyah paltolu adam gözgöze gelebileceği bir itfaiye memuresi arıyor.
Gecenin hayallerimi sakladığından emin yürürken, eski bir binanın dibinde fakir bir adam, kendini gösteriyor. Pejmürde haliyle dilenci gibi görünse bile, haşa, o adam dilenci değil aslında, en asilinden kağıt mendil ve yarabandı satıyor. Bunlar gözyaşlarınızı silmek için mendil efendim, bunlar da sürekli kanayan yaralarınız için yarabandı dediğini duyuyorum yanından geçerken, acaba nereden biliyor? Adamın önünde yaralarımı seçiyorum, elimi uzatıyorum, omzuna değdirdiğimde geceye uyanıp minnet edebilmek uğruna soğuktan titrerken, içine düştüğüm gerçeğe uyanıp ben minnet ediyorum, asıl benim içim titriyor.
Artık en hüzün gece, başlangıcını da bitişini de bilmediğim bir acı, kendini karanlığın içinde gizliyor. Bugüne kadar bildiğim ve söylediğim, söylemediğim ama bildiğim, gönlüme uyup aklımdan geçirdiğim, aklıma uyup gönlümde sakladığım ne varsa, gerçek devasa bir dalga gibi hepsini yutuyor, geride kaldırmaya gücümün yetmeyeceği enkazlar bırakarak. Gece üstüme kapanmaya devam ediyor, ateş gittikçe büyüyor, alevler binaları geçiyor. Ben bu kadar yol gittim, nice kaldırım taşlarını ayaklarımın altında ezdim de, bu gecenin içinde bir yerlerde, Aşka gelince gördüm: bir uzun hece imiş!
Hikayemi adamakıllı anlatamadığımdır
(Yazarımız senelik hüznünün 1/münü kullandığın.DAN! geçici bir süre için buralar.DAN! uzaklaşacaktır…)
Gözlerimi kapatmadan düşündüğümdür
Oysa daha dün rüyamda arabamla giderken bisiklet süren bir kıza çarpıp düşürmüştüm, yoluma hızla devam ederken birdenbire durmuştum, şahsi kanaatimce tüm zamanların en acıklı kız düşürme freniydi, üstelik bu hayaliyle talihsiz kazada, yeterince acı bir fren ile yeterince acımasız bir frenk beyefendisinin güçlerini birleştirmesiyle ortaya on Baudelaire kuvvetinde dev bir canavar çıkmış ve bütün şiirlerini yaralı kızcağızın üzerinde denemişti bile. Oysa aynı rüyanın şaşkın canavarı, kitaplarını bırakıp bunun yerine düşene bir cpr yapsaydı daha iyi olmaz mıydı, kalbin tekrar hızlı atmasını sağlayacak bir suni tenefüse birlikte çıkıp, çocuklar gibi elele tutuşup, zil çalınca sınıfa koşup sıralarına otursalar, öğretmen görmeden sıranın üstüne sır harfler kazısalar, daha güzel yerlere gidebilirdi hikaye.
Lakin hikayeler asla yazıldığı gibi okunmaz, frenk lisanı gibidir, onlarca kelimeden en olmadıkları göze takılır, göze sokulmak istenenler satır aralarında sıkışır. Şimdi yanımda daha dün bir yazıda sıkışmış bulunan bir kelime var, evet sevgili gök, neler hissediyorsun? Sanki biraz kısalmışım, ama daha çok anlam yüklenmişim gibi hissediyorum, yazıda başka anlamlar yüklenmişim ya, meğer ben yüklemmişim, içinde geçtiğim cümlelerde başka fiiile ihtiyaç duymazmışım, tek başıma yetermişim. Buradan beni cümlelerinde kullanacak yazar arkadaşlara sesleniyorum, lütfen yanıma öyle her kelimeyi yakıştırmayın, böyle bulut, yağmur, ay, deniz, kitap gibi şeyleri ben kendime daha çok yakıştırıyorum.
Zaman ve mekandan bağımsızlığımdır
Bugün ben diğerlerinden farklı olarak senin için bir koç kurban etmek istiyorum, elbette doğum günüm ve sana kendimi adamışlığım itibariyle bu iş için kendimden daha uygun bir koç göremiyorum, rüyalarımda gördüklerime dikkat kesilmek için yaşım tutuyor, yaşımı tutuyorum. Beklenen gün geliyor ve işte karşınızda, bu güzel vakitte evinde oturan bir bay, ram. The ram of all single rams, proudly away from the flock. Bugün için şiirler var, sürüsüz kadro dışı bırakılmış bir koyunun ardından söylenebilecek, çatma kurban olayım çehreni ey nazlı koyun, şair burada bayrama seslenmiş.
Benim sesim o kadar uzağa gitmiyor, kendimi duyurabildiğimden şüpheliyim ama, yine de deniyorum, ısrarla deniyorum diye deli deniyorum. Gözlerimi kapattığımda boynumda hissetmek istediğim o keskinliği, doya doya içime çekmek istediğim kızıllığın kokusunu, uzanan kollarına koşulsuz teslim olmanın vereceği huzuru bana vaad ediyorsan eğer, ayaklarımı nasıl bağlarlarsa bağlasınlar ben yine sana koşarım. Yok eğer akıttığım kanlarımla kalırsam sayfaların üstünde, sen de ellerinde tutup okurbana birşeyler söylemezsen, geldiği gibi toprağa geri ver o sayfaları güzelim, onlar sandığın gibi gökten inmedi..
Zihnimin kenarlarında dolaştığımdır
Göğün ve yerin tüm katlarından geçtikten sonra buldukları bir yer altı dünyasında sabırla beklemeye başladılar, ellerinde yedi meşale ile arkalarından gelebilecek ikinci yedi akımına yol göstermek için birbirlerine anlattıkları tüm hikayeleri yakıp küllerini yerlere saçtılar. Orada, kendi dünyalarında ilan ettikleri yedi harikanın yedi düvelinkilerle zerre kadar benzerlik göstermemesinden mütevellid, sabretmeye devam ettiler, masallara ve hikayelere gözlerini kapadılar, cücelerden ya da kocalardan ayrı bir yerde bulunduklarının farkında olarak romanı düşündüler, yüzyıllık yalnızlığın içinde yüzyıllık hayale daldılar.
Onlar şehirlerinin yedi tepesinden birinde beklenen büyük ateş yandığı zaman uyanacaklar ve bu rüyaya kadar geldikleri bütün yolu geri tepip yeniden kılıçlarını kuşanacaklar, çünkü asıl mücadele o zaman başlayacak ve hem ateşe hem dünyaya kafa tutabilmek için yedisinin de keskin birer kaleme ihtiyacı olacak, yedi karakteri birden içinde taşıyan yazarların yedi çocuğuna bakmakla uğraşacağı o günlerde insanlık bütün dayatmaları bütün sıradanlıkları bütün aptallıkları boğacak yed-i yazara çok ihtiyaç duyacak.
Yaşamayı tereddütsüz seçtiğimdir
Tutunamayan herkesin düşeceğine inanan klasik düşünce newton’un eseridir, oysa kuantum teorisine geç de olsa kavuşmanın haklı gurur ve mutluluğunu yaşadığımız bu günlerde, ezberbozan formüllerle hayatımızı yeniden şekillendirmeye ihtiyacımız vardır, malum dünya insanlarının her nefes alışlarında havayı ağırlaştırdıklarını düşününce, tutunamayanlar düşermiş gibi görünse de ruhlarındaki uçma kabiliyetinden mütevellid havada kalabilir, böylece onların üzerine düşüp birilerini incitmedikleri gibi kendileri de kuşbakışı görmenin gerçekliğinden bir şey kaybetmezler.
Diyeceğim odur ki, birini kendine ayırdıktan sonra kalan beş kuşunu uçmaları için serbest bırakan kusursuz adam, sadece sevgiyi ya da bilgeyi yaralamaz, senelerdir yüz çevirdiği gerçek dostları umut, cemal ve bir çocuk parkında herşeyden habersiz kendi kendine oyunlar oynayan küçük saadeti de vurur, dolayısıyla adam yaralama suçundan yargılanmadan önce hakim cübbesini giymek gerekir. Şimdi sen de tereddüt halindeysen masandan kalkıp saatini uyanman gereken vakte kur, şunu aklından çıkar ki eskisinden daha duru ve keskin düşünebilesin.
Eser miktarda kızdığımdır
Ben oralarda kendileriyle birlikteyken kulaklarımın duyduğu her sözde kul haklarım çınlıyor semada, ben bundan kendim için zerre kadar rahatsız değilim ama kirlettikleri bu havayı soluyan başka vatandaşlarımız da var. İki kulağım arasında zihnimi meşgul etmeden geçmesini istediğim sözler için vaktiyle inşa ettiğim transit yolda, daha soldan girer girmez yolda eriyip giden benzersiz kıymetsizlikte kelimeler için müteakip günlerde biraz temizliğe ihtiyacım oluyor o kadar, zira düşünceleri menşei itibariyle ruhları kadar kirli.
İsterdim ki beni gerçekten sinirlendirebilecek birileri olsun, yakın mesafeden fırlattığı kelimeleri ok gibi dört bir yanıma batsın, hem acısın hem kanasın, lakin hilmi zırh olarak giyildiğinde hiçbir okun acıtmasına izin vermeyen biridir, sadık dostumdur, ihtiyaç duyduğum zamanlarda karakter kılığında ekseriyetle yanımda bulunur. Hiçbir şey tahammülfersa değildir, beni kızdırıp cebimden köstekli saatimi çıkartmamı isteyenlere muvaffakiyetler diler, ince ince işleyen saatimin tiktaklarını dinler, içten bir tebessümle keyfime bakarım.
Seni yokluğunda bulduğumdur
Bunun haricinde birine – ona değil obirine - bir mektup yazıp onunla denize açılmak ya da gözleri ufukta hiç gelmeyecek bir gemiyi beklemek hem çok alaturka olur, hem de şimdiye dek şarkılarda ve şiirlerde çok kullanıldığı için burada kullanılması uygun düşmez, düşecek bir şey varsa belki bir uçak olabilir, ha bu adaya da bir uşak duşti ama, asli mevzumuz bu değil ki.
Kendilerine denizaltı süsü vermiş yunus balıkları hiçbir hatamı es geçmiyor ve her bir yanlış düşüncemde beni midelerinde bir yolculuğa davet ediyorken, sırf beni yanlış kıyıya çıkarmalarından çekindiğim için inatla burada kalıyorum, ayağım kaymasın aman denize düşmeyeyim diye, en yüksek yerine çıkıp adamın, müstakbel ateşim için birkaç kelime daha topluyorum kışın bile çiçek açan en güzel ağaçlardan. Nasıl olsa şimdi,burada, tepede tek başımayım, hiçbir baskı ve zorlama altında kalmadan yazdıklarımı ateşim olarak kabul edebilirim, evet.
Ama olursa olsun, istersen dünya sular altında kalsın, bütün ateşler sönsün, sen yine de gel; ben bu kadar iddia etsem de dayanamayabilirim, çünkü ruhum bir şair kadar yüce değil.
Kahvede kadere inanmadığımdır
Bu kurukahveci ayarındaki kuru yazıyı aynı ayarda bir altılı ile bitirmek ve uyuyabilmek isterim, çünkü bugün kendime çok kısa bir zaman dilimi ayırdım ve kahveyi hızla içtiğim zaman dilimi yaktı.
Yorulur kahve fincanı en güzel düşlere aklım hayal kurmaktan yorulur
Kırılır en masum sözcüklere ve el çeker birden fincan hızla düşer kırılır
Süzülür kırıkların arasından kahve derdini anlamak için gözler süzülür
Tutulur yine bir bakışta insan o ellere usulca uzanılır ve yeniden tutulur
Sarılır boynuna bekler sonsuza kadar o an sanki hepsi gerçekmiş sanılır
Biter.
Sükûnu ısrarla arzuladığımdır
Herşeyden önce sessizlik vardı şüphesiz, söz iki sonsuz arasında bir çırpınış sadece, ve bu çırpınışların bir amacı varsa o da nihayetinde gönül rahatlığı ile sükunete erebilmektir ancak. Mesela kelimeleri sessizce tüketirken ben, teskini sende aramıyorum, doğrudan seni arıyorum ki, benim için sen zaten sükunetin henüz vücut bulmamış halisin, adeta cennet kadar sessiz, bir o kadar lütufkar.
Yazılar hep sessizdir sen okumadıkça. Kendi içinde sükuna ermiş, yüzeyinde ayın yansımasını gördüğün ama derinliğini bilmediğin bir göl gibi. Kelimelerin sessizliği böyledir işte, yazının içinde okur geçersin kelimeleri sana seslendiklerini duymadan, oysa o kelimeler orda uslu uslu durmuş, gözlerini senin gözlerine dikmiş, acaba burada bir an için durup sessizliğimize çare olur mu, sesimizi onda bulup dudaklarından dökülür müyüz bu sefer diyerek umutla beklerler. Hikayeler yazılır, günler kelimeleri kovalar; bu kendi halinde sessizlik, sensizlikten doğar, senle ölümsüzleşir.
Sabahları niçin sevmediğimdir
Zubizaretta
Sokak lambalarında modayı yakından takip eden ve aynı zamanda ingiliz muzipler cemiyeti üyesi olan muhtar, komik adamdı vesselam ve sırf bu yüzden mahalle halkı tarafından sevilir ve seçilirdi, buraya yerleştiğimden günden beri evden belirli günlerde yükselen dumanları her gördüğünde telaşlanmış, konuşurken aksayan Londra aksanıyla beni daha önce defaaten uyarmıştı, bu sana son ihtarım dediğinde, bu da sana son muhtarım şeklinde cevap verip sol elimle hafif bir naif anarşist hareket çekmeseydim, olmazdı, böyle şeylerden çekinmemek gerek.
Şimdi viraneye dönen kendi evime bakınca, bir de yolun solunda salınan, panjurları kapalı uyuyan, hiçbir şeyden habersiz olduğu aşikar senin evine bakınca; bu işten seninle eşit derecede zarar görmediğimizi anlamak çok kolay. İtfaiye bir damla olsun seninle ilgilenmedi bile, ben bile onlardan çok su dökmüşümdür evinin bahçesine. Şimdi ev yandı, küller duruyor, beni aldılar, amenna, artık komşu olamayacağız ne yazık, küllerime muhtaç değilsin. Ben hadiseyi göğsümde yedinci dereceden ağır yanıklarla atlattım, bir de evi yaktım, geçti. Diyorlar ki yedi saat sürmüş yangın, beklediğim gibi, bir masal sayı olarak yedi beni her yangında buluyor. Artık onu tek bir sayıya bölebilmek, ve son bir yangın çıkartıp şöyle adamakıllı ölebilmek istiyorum, matematik emrime girdiği an yediyi rakamlıktan çıkartacağım.
Yediyi çabucak geçelim, şimdi bileklerimde bir sekiz ile merkeze ilerliyoruz. Tutuklandım eyvallah, bu bilekler kıvrılır ama, bükülmez kolay kolay, vakti gelince belki öpülür. Dumanım hala tüterken dışarısı her yangından sonra olduğu gibi yağmurlu. Bu sonbahar, ne çok yağmur var, muhtar getirmiş olmalı Londra’dan. Sanki gök ertelediği tüm hislerini bir çırpıda herkesin üzerine boşaltırmış gibi, gök gürültülü ve gök insanın başını ağrıtıyor. Arabanın arka camına vuran damlaların arasından, kimseyi ayırt etmeyen damlalardan korunmaya çalışırken görüyorum bazılarını, gökkuşağı renklerinde yağmurluklarla ya da şemsiyelerle. Oysa seni hatırlıyorum karşı pencereden, hiç saklamazdın yüzünü yağmurdan, şeffaf şemsiyenin mucidiydin. Ama mahalleli öyle mi, makyajı akmasın diye yüzünü şemsiyesinin altına iyice saklamış biri, bir başkası yeni yaptırdığı saç modelini korumaya çalışıyor, çoğunluk oturduğu yerden düşen damlaları izlerken, ıslanmamayı nimetten sayıyor ne yazık, biz hızla merkeze ilerliyoruz, aşağı indikçe hararet artıyor.
Sorgu yargıcı Porfiry beni kapıda karşılıyor. Onu bir kitaptan çıkartıp oraya ben yerleştirdim, benim için muhtardan daha gerçek. Beni itiraf etmeye zorlayacağından adım gibi eminim, ama adım gibi bir şeyler daha uydurabilirim gibi geliyor, senin adını ağzımdan kaçırmadıkça hiçbir şarkı benim için tehdit değil. Kapıdaki adamların ellerindeki mp5’lerin dolu şarjörleri değil, cebimdeki mp3’ün nakaratı beni korkutan. Beni ele verirse, o şarkılar verir ancak. Sandalyesini çekip karşıma oturuyor, beyaz duvar, siyah masa; senin resmini koyuyor önüme, green eyes, white skin; kendimi tutabilmek için şarkı mırıldanıyorum, black heart, blue tears.
Karşıma geçiyor, anlat diyor, anlatıyorum; innadınna kendim, sevgili sorgu yargıcı, sayın hakim, ismini vermek istemeyen muhtemel ve muhterem izleyiciler, bir de sen tabi. Yine kendimi anlatacağım, çünkü aklı başında bir adamın bahsetmekten en çok keyif alacağı şey nedir bilir misiniz, kendisi. Kendisini ilgilendirdiği kadarıyla da, kendisi dışında her şey. Ben burada seni kendime dahil ettiğimden mütevellid senden bahsetmiyorum. Bir sorgu odasında, karşımda kocaman bir ayna, dinleyenlerden habersiz kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Ah şu odadaki dev aynanın ardından senin izlediğini bir bilsem, bunları anlatır mıydım sanıyorsun?
Herşey bir yanlış ağlama yüzünden başladı
Stronger than fiction
Obviously we are not equally damaged
Inspired by false events
enfin! je me débarrasse d'eux!
En doğru yalanı arıyorum limited
Hacet-i ruhiye
Bad Cover Version
Sevgili küllük;
İnsanlar sabahları uyanırlar. Bazıları sabah uyanamaz. Çünkü geceleri çok geç yatarlar. Onlar öğle saatlerinde uyanır. Bazıları ise hiç uyanamaz. Uyandıklarını zannederler ama rüya görmeye devam ederler. Güneş sabahları doğar. Işık içeri sabahları girer. Eğer sabah uyanmazsak ışık içeri girmez. Bazılarının kendi güneşi vardır, odalarına ışık girsin diye sabahı beklemezler. İhtiyaçları olduğunda onlar hemen doğar. İnsanlar işe giderler. İş sıkılmak içindir. İş olsun diye söylemiyorum bunu. Ayakkabı giyerler. Çünkü yollar dikenlidir. Ayaklara diken batar. Bazen lacivert, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. Denizden gidenler aynı renk olmak kaydıyla gemilere de binebilir. Bazen yeşil arabalar binerler. Buna son yolculuk diyenler de olur. Bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. Lacivert kot pantolon ve kahverengi ceket de giyerlerse onlardan yakışıklısı olmaz. Hava vardır. Soğuktur. Su vardır. Soğuktur. Bazen yağmur ya da kar yağar. Yağmur denizden topladığı tüm melankoliyi üstümüze döker. Yağmur yağınca hüzünlendiğimiz için yazılar yazarız. Kış vardır. Kışın lacivert hırkalarımızı giyeriz. Kışın hava erken kararır. O zaman evde daha çok ışığa ihtiyaç olur. Evlere gidilir. Ev güzeldir. Çorba içilir. Sıcaktır. Şeftali yenir. Yaz geri gelir. İnsanlar pazen ya da başka kumaşlardan dikilmiş pijamalardan giyerler. Pijamaları devlet verir. Devlet halkını bizzat kendisi uyutur. Pikniğe gidilir. Bazen bir çiçek için orman yakılır. At vardır. Koşturulur. Nal vardır. Duvara asılır. At duvara asılmaz. En çok da kahverengi ve ona yakın renklerde atlar olur. Beyaz at prensler içindir. Herkes at binemez. Bazen taksi tutulur. Taksi tutulması yılda en az yüz kere çıplak gözle izlenebilir. Kuşlar havada uçarlar. Hava soğuk olunca kanatları donar. Yere düşerler. Birileri onları yerden toplar. Yer vardır. Üstünde durulur. Yer vardır. Ona basılır. Yaz olunca denize girilir. Deniz olunca yazıya girilir. Balıklar yüzerler. İnsanlar boğulurlar. Balıklar boğulmaz. Ve. Yeşil vardır. Daha önce de söylemiştim. Arabanın rengidir. Örtüsü bile vardır.
beraber gidiyoruz bu.
enjoy the silence all these years
bir sessiz film denemesi: afraid to shoot
vatman begins, bobin ends; while goker do repeat until when?
ben, yani bobin, yirmibeş yıldır bu tramvayı kullanan akıl ülkesinin yegane kahramanı vatmanın en sadık dostu, aynı ülkenin en yakışıklı sarımlara sahip havalı bobini, vatmanımın her zaman elinin altındaki fren bobini, paris görmüş entelektüel(tek 'l' ile yazılanından) frenk bobini, onu o gün yalnız bırakmıştım, ve o gün altı parmaklı bir yolcunun tramvayına binmesi ile başlayan uğursuzluklar silsilesi, (oğlum bundan sonrasını sil-silesim gelmiyor bi türlü) şile yolunda çile çeken dile düçar hile yapmaz etekte pile sever elbisede jile sevmez uzaktan yüz mile kadar file kafa tutar zile basar ama kaçmaz süper kahraman vatmanın bile en gerekli anda fren yapamamasına, kazayla başına aldığı darbe yüzünden önce vücut bilahare akıl hastanesine yollanmasına, ve kendisini bu şizofren yapının duvarları arasında bulmasına neden olmuştu, öyle bir yer ki aman allah, şizofren gi ne şizofren, benden şize söylemesi.
vatman kaza mı kader mi tam anlayamadığı bu olayda başından aldığı darbe sebebiyle 1980 öncesini hatırlayamıyordu nitekim. kendisi kısa bir süre memorial hastanesinde memory tazeleme eğitimlerine tabi tutulduysa da bu seanslar sadece boynunun tutulmasına neden oldu, çünkü onsekiz saat boyunca beynine yüklenmeye çalışan anıların oluşturduğu ağırlık sonucu kafası dengesini kaybetmiş, vücuttan bağımsız bir organ olarak kendini sola doğru yatırarak ona herdaim mahsun bir görünüş kazandırmıştı, halbuki sola meyleden bir şeyin mahsun görünmesi kamuoyu tarafından kabul edilemezdi. neticede günler süren uğraş sonunda sadece boynu tutuldu, bu yüzdendir bu metod doktorlar arasında pek tutulmadı, çünkü koskoca bir süper kahraman hayata artık padişah huzurunda bir vezir gibi bakar olmuştu.(boynunu oynatamadığı için padişah-mat olmuştu denilebilir, caizdir)
yaşanan kazanın ardından, vatman efsanesi sürerken yapamadığı tüm kötülükleri kazaya bırakan(allahaffetsin) zeka küpü alternatif kötü adam goker(ilk harfi fransız pasaportu taşır) için fırsat doğmuştu. ertelemek zorunda kaldığı tüm planlarını şimdi uygulayabilirdi, otağını kurduğu kötükent deki evinde alternatif indie post rock planlar yapmaya başlamıştı bile, bunları nereden biliyorum, çünkü kendisinden bu garip hikayeyi dinlediğiniz bobin de (dinlenmekten çok büyük zevk alırım) kazadan sonra ortaasya göçmeni hurdacı hunlarca hunharca parçalanmış, kalan bir parçası ile artık goker in evinde ampullü radyoda(bunun evrendeki sonradyo olması muhtemel) sesi açıp kısmaya yarar olmuştu. bu goker nam kahramanımız hikayenin esas aktörlerinden biri olup kendisinin akılalmaz eylemlerinden ve vatmanla olan amansız mücadelesinden ileride daha çok bahsedeceğim.
bobin olarak bir diğer parçam ise ingiltere listelerinde hızla yükseliyordu, o zamanlar daha albümüm çıkmamıştı, ama şimdi müzik konusuna girmekistemiyorum. kazadan sonra vatmanımın kafatasına monte edilen minik bir parçam ile yaşamımın bir kısmını onun kafasında geçirmeye mahkumdum. ah, zavallı vatman! benden sonra kendine sürekli yeni yardımcılar arar olmuştu, hatta bir defasında bahçedeki oturan adam heykelini bana benzetmiş, sonra etraftaki delilerin ısrarla "vatman saçmalama birader, o rodin, bagman'ın rodin" demesiyle elini çenesinden çekmişti, hiçbirşeyden çekmezdi çenesinden çektiği kadar. oysa rodin'in o üşüyen adamı(heykel çıplaktı) rodin olmadağı gibi, bagman'inki de zaten o değildi, çünkü bagman's gambit idi, aralık ayında bir yerlerde. (no they'll never catch me now, you know?) müzik dedim pardon, heykel diyordum; zaten daha sonra aynı heykel, çıplak heykelleri giydirme hareketi olarak da bilinen anarşist antilaik ama her nasılsa agnostik hareket tarafından burkaya sokulmuş, yaslandığı kolu kırılarak birbirinden küçük yüz on sekiz parçaya ayrılmış ve üşüyen adam sıcağa kavuştuğu anda tüm düşünceleri paramparça olduğu yetmezmiş gibi, "giydiğim tüm yalanlar, paramparça" şarkısı eşliğinde kendi taşlarıyla recmedilmişti. (bu havadisi recmi kayıtlarda bulamazsınız)
işte vatman bu halde, akıl hastanelerinin sizorfen koridorlarında hastalarla birlikte saklambaç oynarken (hiç ebe olmaz sürekli saklanırdı, alışkanlık), ya da bahçeden topladığı adamlarla scrabble oynayıp ülkesini kurtarma hayallerinden çok uzaklarda kelimelerle eğlenirken, mucizevi bir olay gerçekleşti, öyle bir olay ki kahramanımız bu sayede artık yeniden yeşil sahalara dönecek,seneler sonra hollywood'dan film teklifi alacak, medyanın gazına gelip yeniden siyasete atılacak, dernek çatısı altında şapkasını yeniden kafasına geçirecek, bu kez işe önce kendini kurtarmakla başlayacak, belki günler sonra yeniden yazacaktı...
Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi kendi arzusuyla yola çıktığını söylerdi
Let's go!
Bırakın beni, ben masumum! Ben bir şey yazmadım!
graham gegen guillotin
bir daha kimseyi rahatsız etmeyeceğim.
bir daha? evet. kim? ben. s.’yi rahatsız? hayır.
bir dahi? evet. kim? ben. seyir? evet. ah! beyaz? atsız! prens? hayır.
bir de. sayın. hakim. evet. s.’yi rahatsız? düşünüyorum…
ve bunu yaparken sanki bir kuş misali...
bird? nerde? aha! beyaz? evet.
Hava durumundan vazife çıkarma
Size tek bültende budur
Yer yer sağanak yağış görülür
Misal yastığımın yüksek kesimleri
Ve şu masamın üzerindeki kağıt gibi
Akşama doğru ise yoğun bir sis kaplar
Peşinden kuvvetli bir rüzgar kuzeydoğudan
Üç ila beş, zaman zaman altı hülya kuvvetinde,
Denizcilerimiz dikkatli olsunlar…
şimdi gönül rahatlığı ile küle çalışabilirim
inanmıyorum artık, başkasından medet
çağırayım rodya gelsin baltasıyla beraber
daha yıkacak çok şey var - sen dahil - evet.
Yed-i Beyza’yı yedi düvelde ararken
Ömür kısalığında beklediğim
Beni hiç aramadan oldu ellerin
Dünle beraber gitti beklediğim
Yed-i Beyza ve beyzazede beyzade
Zarifçe tutmak gerek, usül
Bu ruhu meftun eden, asıl
Melale aşina gözlerin, asil
Yalnızım tek yanlışım doğruyu yalnız sanmak
Yanlış adada yalnızlık
Yanlı ya da yansız
Tarifi imkansızlık.
Yandığım gibi değilse ne ehemmiyeti var?
Uzanırım kül toprağa huzurla uzak bir mağarada üç yüz yıl uyanmam
Sanmam derdimi anlasınlar içimde tutuşan dağ gibi ateşlerde yanarım
Kanmam su taşıyan her kuşa ben bekleneni yanmaya aşkından tanırım
İki noktayı açıklığa kavuşturma
Acaba bugüne dek,
Yanlış yöne dönmüş,
Olabilir miydi?
Birdenbire baktı.
Acaba burada tek,
Yalnız yare dönmüş,
Ölebilir miydi?
iki damla denize bir katkı sağlarmış gibi
Gariplikte bir ben görüyorum suya bakınca
Rüyalarıma kayıtsız şartsız teslim olarak
Gözlerimi kapıyorum iki damla akınca
akıllı kuşlar her zaman aynı yöne uçar ve hayat bu yönüyle güzeldir
sana da ayağım yanlışlıkla çarpmış koşarken.
kusura bakma olur mu canım?
bana öyle bakma işte.
hem ne olur sanki sen de
mükemmeli görmeye çalışsan?
sevdiğim demek istediğim,
artık benim hayatımın kalanı:
farklı kül tablalarında güzeli arayış ve,
çektiğim her dumanda aynısını buluştan ibaret..
sen de bir nefes alsan?
graham’ı belli ki hakkıyla bilememişiz
Ben arayayım.
Sen kaç.
Yıldır beni.
Arama.
Fakat bebeğim,
Ben sandığın gibi
Kolay yılmam.
Bil.
-Yılmaz-
görmedenbirşeydiyemem
bir söyleyeceğim yoktur sayın hakim!
diyeceğinizi biliyorum; va-t'en!
beni hiç tanımamış varsayın ha? kim?
ruby ruby ruby ruby
okumayı severim yalnız kalınca
joyce mesela iyidir yalnız kalınca
salona nasıl gelmiş yalnız karınca
oynanan koz değişti yalnız karınca
pamukçuklar evrimleşir yalnız karında
buna isyan etme hakkı yalnız karında
aklım çerçeve dışına biraz kayınca
çam değil meşe değil biraz kayınca
tombul şişelerin dibinde bira kalınca
yenilerini alalım boşları bırak alınca
joyce iyidir ama ulysses biraz kalınca
fenalaştım güneş altında biraz kalınca
ah! konstantiniyye, elbet bir gün feyz sunacaktır...
yürek ağrısına devalium prozac
ilk em;
küçüklerimi korumak,
büyüklerimi sevmek.
yordu mu?
aşk illeti mi?
özünde çok seyrektir..
mülküm;
akıldan, ileri gitmektir.
ey büyük atay!
tak!
kaçtığın yoldan
gösterdiğin hede; f.
durmadan yürüyeceğim...
ee?
and?
varsa içerim.
varlığım yokluğuma armağan.
ah ne mutlu!
seviyorum diye,
ne?!
hatırlat da ağustosun sonlarında çocukluğuma yanalım
kitapların ismi bu olsun.
şehre lacivert bir ceket gibi yakışsın yağmur.
-ah!-
taşlarında şiir okumak, güzel...
ikimiz birden sevinebiliriz
"Evet, ben biraz tanırdım onu. Tek başına bırakmaya hiç gelmezdi, hemen hayal kurardı. Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz- du. Zavallı."
kimdim ben?
Ünlü yazar T.S.Özdevek'ten:
Emsallerine göre egomun neresindeyim?
-acıklı güldürü-
“Uzak şehrinde bir devlet memuru, altının üçü, koçun koçu... “
-Fallara değil kahveye inanırım... Çünkü yükselen bir şey varsa o ancak telefondur... Düşen bir şey varsa, bilin ki yüzümdür. Üç günlük dünyada sevinecek birşeyler de bulunur ama elbette ki aslolan hüzündür. Düşüncesizlikten mütevellid üzüntü ise kalbimizde saplı bir kalem gibidir, her dokunuşumda acıyla yazar taşın üzerine...
Bu eserimde, öncekilerden farklı olarak, modern insanın çelişkilerini anlattım.
T.S.Ö.
bakalım
bekleyelim görelim fuzuli bir heveste kaybolmaya
razıysan esirgeme, bak akıp gidiyor elimizde değil
bekleyenim gör elim daha fazla gitmiyor yazmaya.
bir bahar gecesi eğer bir adam
düşünüyorsun özlüyorsun seviyorsun biliyorsun arıyorsun. aynı sorularla yüklemlere yükleniyorsun, cevapları ünlemlerle alıyorsun. cümlelerimin öznesine hasretim ben varsın gizli olsun, sorduğun zaman orda olduğunu bilmek yeter. cümleler kuruyorsun, kimi düşünüp umutlanıyorsun bu kadar çok, neyi arzulayıp hüzne garkoluyorsun bu kadar yoğun, bak hala yerinde duruyorsun, oysa şimdi katlanmak yerine kanatlanmak seni/
katil teşebbüs
ne güzel cümleler kurmuşsun öyle devirsene birkaçını, ama neden, dursunlar işte böyle güzel,hiç işte maksat şiir olsun, kelimeler yerini bulsun, olan oldu artık.
bugün aklıma takıldın yine
yolda yürürken
bugün sen yoktun yine
düşeyazdım.
ve buson yağmurları ile gelen şiddetli fırtına son ağacı da yerinden söktü kimse meraklanmasın.
bu alemde her
kesin
bir derdi vadır
kesin
ama yeter artık
kesin
bak duyuyor mu?
kes dedim hey!
tuna mısın
nesin?
mayıs
beni kendimden geçirdi
sevenlerimin arasında
mayısmışım.
garip şeyler dedim
yerinde olmadan konuştum.
bir ağız dolusu konuştum ve orucum bozuldu.
şimdi yaşamaya devam etmek için
burada, salonodamutfakta
ya da orada, eski Talaviyak'ta
bir damladan çok daha fazla akıtacağım hokkanın içine
divit coşacak sevinecek -seni acımasız vampir-
ben kirleneceğim kağıtta.
şimdi bir öpücük ver öyle git judas.
zaten bugün içime bir korku yerleşti ki
aman yarabbi!
ona bunca mektup yazdım şimdiye değin
hepsi kırmızı kokar ama
ya gözlerinde bulamazsam?
t.
at arabasının altında marmeladov
bu garip adam soyluluğu yırtık paltosunda taşır.
ben bir altıncı derece, burda bodrum katında,
çoktan öldüm ama mezarım krallara yaraşır...
çizgi
yüzünde derdini anlatan yollarda serili vefa
hattatın ince kaleminden bana lutfu ise ancak
kalın bir çizgi üzerime ve altında boş sayfa.
gök
bekliyor giymiş sırtına bir gri kaftan
nazarında tufan kopar gömülür göğe
ardından unutulur bu yorgun kaptan
susam.susa.sus.su.s.
ben de sustum
kelimelerim bittiğinden değil
beni duyman için sustum ama
sıkılmıştın sen masal dinlemekten
gözlerim kapanıyor şimdi
çünkü yoruldular
anlatmaktan.
dudaklarımda kalan bu sahte bal tadı
arının izah edemediği cinsten değil
adsızilleti
hırsın elleri tok boğazımı bastıran
nefesimi kesen gözlerimi dolduran
bari ibret-i alem diye adımı yazsın
beni bu duvar dibinde cansız bulan
fevri
bizim zamanımızda pek bir doğaldı.
şimdi entel sayısı mı arttı ülkede
ne, yoksa taklitleri mi çoğaldı?
bence çekinmeniz son derece yersiz / kabzasından tutup içeride döndürebilirsiniz
ben olmak bir heautontimoroumenos
acımdan ölsem gerek başka ne?
ben var kendime hep müslümanos
-elhamdülillah-
senin en sevdiğim yazın baharı getiren
yaz kızım:
senin en sevdiğim yönün elbette kuzey doğun
saat yönünde baktığım zaman hep birincisin sen
bakışların utanmış yere düşmüş kıyamam
sana hiç gözlerindeki elmaslardan bahsettim mi ben?
senin en sevdiğim yarın aslında bugün
düşüncelerimi güzelleştiren yekpare sen
kalbimin yirmibir pare atışı gözlerime baktığında
beni nasıl aşkla parçalar söylemiştim hatırlarsan?
senin en sevdiğim yanın imrendiğim sağın
zekice bir öpücük kondurdum ol tarafa yanaktan
usulca kaldırdın yerden büyüyen gözbebeklerini
örttün üstlerini ince çekilmiş kalemle sürurdan
şu güzel tebessüm yerleşmişken dudaklarına
mydarling bul beni sıkılmadın mı aramaktan?
alo?
t.
BAHARI GETİREN II
daha sabahın ilk saatleri erken kalmış bugün kanepenin sol köşesine kıvrılmış oturuyor dizlerini göğsüne çekmiş haliyle neler anlatıyor yine mahsun gözleri yere takılmış ah bilse bu gözleriyle bu hüznüyle mananın bizatihi kendisidir o beyaz boynu sağ tarafa bükülmüş aynı hüzün gözlerinden akıyor sıkılan yüzünün sağ tarafından süzülüyor küçük yağmur damlaları kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor bu aşkın seremonisine kendi atışlarıyla eşlik ediyor yüreğim duyuyor biliyorum ama daha kaldırmadı bakışlarını konuşmayayım ben en iyisi kelimelerle küçültemem büyümüş gözbebeklerini sözler ile kalkmaz bu gözler yerden yürüyorum usul bir sıfat seçip kendime yanına oturuyorum kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kalbim hızlanıyor kelimeler dökülmesin diye sıkıca kapatıyorum dudaklarımı nazikçe büzüp en güzel mektubumu mühürlüyorum sağ yanağında yanan ruhumun ışığıyla bir anda aydınlanıyor çevremiz ve mektubunu okuyor daha güzel görebilmek için göz kapaklarını örterek elmasların üzerine kendilerine yakışır usulca bir sıfatla aydınlık yüzünde gördükten sonra o ince tebessümü şimdi gönül rahatlığıyla eriyip kaybolabilirim ben...
t.
çocuk gel değişelim bayramları
ikimiz de alamıyoruz istediğimiz oyuncakları
ben adamı koltuğundan kaldırıp yerine oturayım
sen sokaklarda polis amcalarla kovalamaca oyna
bu bayram torpil patlatmak serbest diyorlar ama
sen babanın sözü dinle gözlerin yaşlanmasın
bir gün istiyorum ama mayıs ayında olmasın
nisan devrime daha çok yakışmaz mı sence?
yağmurlarıyla baharıyla tam senlik bir şenlik
olmaz diyorlar çünkü o zaman gerçek olurmuş
kırmızı renk en güzel Nietsche'de dururmuş
büyükler yalan söyler çünkü onlar öyle büyür
insanlar doğar büyür yaşlanamaz bazen ölür
ey meteorolojinin uyarılarına kulak asmayanlar!
sizin yüzünüzden çarpılacağız, başımıza taş yağacak!
dur gideriz deha sabah olmadı
dışarı!
şimdi çıkarsam
atsam tüm kirli düşüncelerimi
makinaya kısa programda
bana nasıl bir hijyen sağlar?
senin bitirdiğin yerde ben daha yeni,
başlarken:
bunun ne kadar faydalı bir baş olduğu,
da
tartışmasız tartışılır
geçelim bu ayakları başım
sen hala omuzlarda mısın?
halk gale yana gele yazdı bak
hele ki bilince saldırdığını bilince insanlar?
topyekün bir savaş bir seferberlik halidir
bu son kalan kırıntıları
zihnimin yollarından toplayıp doldurmak için silolara
daha çok masal kahramanı gerek bana
hansel bırak kardeşin kalsın
sen adam topla gel
topla
topla
hop!
çok geldin al biraz
az...
dahil değil
dantel gibi ortasındayız sehpanın
gölgesi üzerimizde bir ulu çınar
tavana uzanır içinden seramik saksının
işte o ağacın dalından sallanır urgan
yalınayak o sehpanın üzerine çıkarsın
on yıl hayatta beklemezsin bilirim
sen var ya ölümden bile bıkarsın
kaldırın kelimeleri
kelimeler çok tehlikeli, kelimeler, çok acımasız.
kelimeler kafamda rahat durmuyor,
orayı kaynatmaktan başka pek bir işe yaramıyor,
havaya bırakıyorum, herkes yakalayamıyor,
çarem kalmıyor kağıda emanet ediyorum
al bunları sen taşı diye yalvarıyorum.
ama kağıt da herşeyi taşıyamaz my darling,
yazılmış kağıdı katlayıp uçak yapsam
uçamıyor bir türlü kelimelerin ağırlığından,
gemi yapsam usulca suya bıraksam
arşimet gözyaşlarını tutamıyor ardından.
havada uçabilecek kadar hafif,
suda yüzebilecek kadar gerçekçi
olmadığından mıdır neden,
gönderdiğim yere bir türlü
gidemiyor biçare kelimelerim.
ah çocuk!
şiirin çok şirin baba
ve biraz da gargamel şüphesiz
ama en çok da mavi
çünkü mavi insanı derin gösterir
onun deniz mavisi elbiselerinde
en derin dekoltelerde
kaybolurken ben
gözlerinde öğrenemediğime yanarım
serbest dalış yapmayı
ya da sırtüstü yüzmeyi
gökyüzünü seyredip bir yandan
bulutlardan tavşan çıkarmayı
ama bugs bunny gridir neden?
pamuğa hiç benzemiyor
üzerimizde asılı duran
birazdan üzerime boşanacak
gri bir güğüm o
benim göğüm.
t.
NAL
seni kalbimin en güzel
kösesine yerleştirdim dedi kız
artık sen kırmızı köşedesin
ve mavi köşede zabellah bir adam
kol değil onlar bir çift bacak omuzlarından çıkan
belden aşağısı ise
at, zaten
belden aşağı çalışmana gerek yok
sınavda çıkmaz dedi öğretmen
ama hiç hocaya güvenilir mi ali, bak
bekliyoruz hala, artık şu topu
at, zaten
ben sporcunun
önünde eğilirim diyecektim lan
bana vecize mi yok
maraton koştum dün ikindi vakti
sonuncuyum ama sen beni yedinci san
at, zaten
sinema bir şenliktir
film festivalinde tanıştım o kızla
bugün senaryoya uymayan biri daha recm edilirken
sen orda yoktun aşkım
çünkü işin başından aşkın melah
at, zaten
meraktan
kim ölmüş?
t.
RÜYA
istanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
çekiç sesleri geliyor doktordan
yeni koltuğuna hasta oturtmuş
karşı apartmandaki dişçi
bir elinde matkap dün almış nalburdan
öbüründe kerpeten ki onu da
bir kızkurusu atmıştı camdan
gecenin ikisinde uyumadan
çünkü pencerede otururdu o saate kadar
bıkmadan arardı gözleri
ilk aşkı kanalizasyon işçisini
ama heyhat artık boru patlamaz bu şehirde
herşeyden önemlisi pisliğimiz ulaşmalıydı yerine
ama burda dökülen bütün hayatlar denize varır doktor
dökülür demiyorum bak
mesela örneğin misalen diyelim ki farz-ı muhal
yarın camdan atlayacak o kız
düşünecek tam sekiz metre üçüncü kattan kaldırıma kadar
mansiyon ödüllü bir kısa film senaryosu çıkacak hırkasının cebinden
haydi oyalanma koş söyle o manifaturacıya da
koymasın arabasını kapının önüne bu akşam
yarın kalabalık olur buralar
o hengameden fırlar gelir küçük hergele
yere düşen kağıdı bulur
daha yeni taktı kurdelesini yakasına kan kırmızısı
aliyi bilir bir de ayşeyi
bir de nietsche elbette kan kırmızısı
bıyıklarını sever zibidi onun porsuk porsuk
sizi çok sevdim amca
sizi çok sevdim ama
annem çağırıyor balkondan sırtım su gibi olmuş değiş değiş
bak böyle uyurdu zerdüş.
t.
Jurnal - C.M.
şu güzelim bulutlar, hemen kayboluyorlar
Bak ne kadar zaman geçirmişim tekdüze vuruşlarıyla kalbimin. Şu aşkın hatırına bir hızlan be mübarek beni gerçekliğine inandır! Olmuyor, faydası yok yakarışlarımın, kendi yüreğim bile beni anlamadıktan sonra. Hiçbirine söz geçiremiyorum, ruhum iyice sabırsız artık beklemek istemiyor, ne olacaksa olsun diyor olduğu yerde devinip duruyor, tek söz geçirebildiğim aklımdı, o da kanatlandı son zamanlarda. Uçmaya niyetli de, kanatları o kadar ağır ki daha kaldırıp uçamadı, beni bırakıp gidemedi. Onun sayesinde bütün hıncımı arsızca bütün insanlığa karşı köpük köpük kusuyor, biriktirdiğim bütün kini boşaltıyorum zavallı dünya insanlarının üzerine, şüphesiz ki mutluluklarını kıskandığımdan, şüphesiz ki kendimi bütün bu hıncımdan kinimden kurtarmak istediğimden. Bütün kaygılardan bütün tasalardan uzak insancıklar, sizlerden af diliyorum, bağışlayın beni. Siz doğrusunu yaptınız, gözlerinizi kapattınız düşler alemine daldınız. Ben sizlere sataşırken aslında kendimden kurtulmak istiyorum, çünkü hınçların en büyüğünü kendime karşı duyuyorum, en çok kendimi yaralıyorum. Bu zındık tutkularından usanacağa benzemiyor aklım hiç, bu küstah sataşmalarından bu kendini bir şey zannetmelerinden bu dizginlenemez arsızlığından vazgeçmiyor, belki ruhumu da kalbimi de o sıkıntıya sokuyor. Tabi ya, düşündüğümden duymuyor muyum ben bütün bu acıları, tohumları kafamda değil mi bu koca sıkıntı ormanının, içine girip de yolumu kaybettiğim, dev ağaç dallarının güneşe bile izin vermeyip beni karanlıkta bıraktığı bu boğucu ormanın? Ben buraya aitim, toprağa, bulutlardan toprağa sürgünüm senelerdir ben, bulutlara çok uzağım ve oralara asla dönemeyeceğim, kendime sahte bulutlar yaratıp onlarla oyalanıyorum. Gündüz bunlarla oyalıyorum kendimi, sonra yine gece kapanıyor üzerime. O geceler ki, yalnızlığım kadar derin. Geceler o kadar derin ki, dipten kurtulup başımı dışarı çıkarmam olanaksız. Ah hayat! Hayat zalim ve acımasız elleriyle boğdu beni, şimdiye dek geçek sandığım masalsı bir ırmağın kenarında. Elleri boğazımda, akan sulara bakarken ben, o zaman farkettim suyun kan kırmızısı aktığını. Ne ölüp sona erdirebiliyorum bu acıyı, ne de kalkıp kurtulabiliyorum ellerinden.
Vuruyor kalbim vuruyor da, bir an olsun hızlanmadığından şu vuruşları, bu acı bitmiyor.
rien.
Acı. Acı. Kaç. Uzak. Aynı. Zaman. Hızlı. Nereden. Kiminle. Hep. Umutsuz. Dur. Belki. Düşün. Zor. Ama. İmkan. Evet. Yalnız. Bekle. Uzun. Çok. Kalıcı. Mana. Sebep. Tekdüze. Gün. Ay. Çalış. Çaba. Beyhude. Amaç. Yok. Gereksiz. Zevk. Hiç. Boşluk. Çevre. Gece. Yalnız. Düğüm. Uyku. Kitap. Bilgi. Esrar. Yazı. İlk. İnsanlar. Yağmur. Geçer. İlaç. Sevgi. Belki. Bulut. Hava. Su. Toprak. Tahta. Saklan. Bekle. Dur. Hiç.
spleen
bildiğim şu ki varlığımdan haberdar olan insan sayısı kadar varım bu dünyada bu yüzden yokluğa çok yakınım ama yok olamıyorum kaybolmak benim elimde değil mecburen etrafımdaki kuru kalabalığın arasında bulunuyorum mecburen kendimi kaptırıp gidiyorum mecburen dışardan gelen önerileri önceden tıkadığım kulağımla dinliyorum ben de kendi derdimi anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyorsunuz beni sevgili fikir babalarım sizlerle hiç anlaşamadık zaten benim beklentim asla en beşeri özelliğim değil ve olamaz da başı da sonu da aynı temenni ve aynı düşünce ile gider aynı duygularla beslenir başımı sokacak bir delik değil başımı yaslayacak bir omuzdur benim beklentim ama görüyorum ki sizlere çok uzak şeylerden bahsediyorum bu hususu açıklığa kavuşturayım istiyorum ama yazmaya bile üşeniyorum demek ki üşeniyorum öyleyse varım.
aslında üşenmesem yazacak çok şeyim var yaşadıklarımı yazabilirim bildiklerimi yazabilirim duyduklarımı yazabilirim gördüklerimi yazabilirim düşündüklerimi yazabilirim hissettiklerimi yazabilirim hayal ettiklerimi yazabilirim ama hadi buyur yaz bakalım derseniz yazamam bazılarını kendimce basit gördüğüm bazıları ise gerçekten benim için zor oldukları için yazamam basit düşünsem düşündüklerimi yazabilirdim bekli zor bir yaşamım olsa hayatımı yazmakta zorlanırdım muhakkak ama herşeyin gerçekliği kafamda soru işareti artık benim bu ellerin bu anın bu yazıyı okuyacak olan sizlerin gerçek olduğu bile şüphe götürür gibi söylesenize siz inanıyor musunuz gerçekliğinize?