Hava durumundan vazife çıkarma

Odamın bütün havası
Size tek bültende budur
Yer yer sağanak yağış görülür
Misal yastığımın yüksek kesimleri
Ve şu masamın üzerindeki kağıt gibi
Akşama doğru ise yoğun bir sis kaplar
Peşinden kuvvetli bir rüzgar kuzeydoğudan
Üç ila beş, zaman zaman altı hülya kuvvetinde,
Denizcilerimiz dikkatli olsunlar…

şimdi gönül rahatlığı ile küle çalışabilirim

sevgilim elveda, bak şiir koştum sana
inanmıyorum artık, başkasından medet
çağırayım rodya gelsin baltasıyla beraber
daha yıkacak çok şey var - sen dahil - evet.

Yed-i Beyza’yı yedi düvelde ararken

Bana hep armağan oldu ellerin
Ömür kısalığında beklediğim
Beni hiç aramadan oldu ellerin
Dünle beraber gitti beklediğim

Yed-i Beyza ve beyzazede beyzade

Bir el uzandı masaya, usul
Zarifçe tutmak gerek, usül
Bu ruhu meftun eden, asıl
Melale aşina gözlerin, asil

Yalnızım tek yanlışım doğruyu yalnız sanmak

Yalnız bir yanlışım oldu
Yanlış adada yalnızlık
Yanlı ya da yansız
Tarifi imkansızlık.

Yandığım gibi değilse ne ehemmiyeti var?

Utanırım ruhum çıplak kalır lakin hayallerimi beklemekten usanmam
Uzanırım kül toprağa huzurla uzak bir mağarada üç yüz yıl uyanmam
Sanmam derdimi anlasınlar içimde tutuşan dağ gibi ateşlerde yanarım
Kanmam su taşıyan her kuşa ben bekleneni yanmaya aşkından tanırım

İki noktayı açıklığa kavuşturma

Birdenbire durdu.
Acaba bugüne dek,
Yanlış yöne dönmüş,
Olabilir miydi?

Birdenbire baktı.
Acaba burada tek,
Yalnız yare dönmüş,
Ölebilir miydi?

iki damla denize bir katkı sağlarmış gibi

Buradan bakınca uzak ne kadar da aşk
Gariplikte bir ben görüyorum suya bakınca
Rüyalarıma kayıtsız şartsız teslim olarak
Gözlerimi kapıyorum iki damla akınca

akıllı kuşlar her zaman aynı yöne uçar ve hayat bu yönüyle güzeldir

bu duman sigaradan gelmiyor güzelim,
sana da ayağım yanlışlıkla çarpmış koşarken.
kusura bakma olur mu canım?
bana öyle bakma işte.
hem ne olur sanki sen de
mükemmeli görmeye çalışsan?
sevdiğim demek istediğim,
artık benim hayatımın kalanı:
farklı kül tablalarında güzeli arayış ve,
çektiğim her dumanda aynısını buluştan ibaret..
sen de bir nefes alsan?

graham’ı belli ki hakkıyla bilememişiz

Kaç yıldır?
Ben arayayım.
Sen kaç.
Yıldır beni.
Arama.
Fakat bebeğim,
Ben sandığın gibi
Kolay yılmam.
Bil.
-Yılmaz-

görmedenbirşeydiyemem

nihayet gördükten sonra zaten
bir söyleyeceğim yoktur sayın hakim!
diyeceğinizi biliyorum; va-t'en!
beni hiç tanımamış varsayın ha? kim?

ruby ruby ruby ruby

-a tribute to kaiser chiefs-

okumayı severim yalnız kalınca
joyce mesela iyidir yalnız kalınca

salona nasıl gelmiş yalnız karınca
oynanan koz değişti yalnız karınca

pamukçuklar evrimleşir yalnız karında
buna isyan etme hakkı yalnız karında

aklım çerçeve dışına biraz kayınca
çam değil meşe değil biraz kayınca

tombul şişelerin dibinde bira kalınca
yenilerini alalım boşları bırak alınca

joyce iyidir ama ulysses biraz kalınca
fenalaştım güneş altında biraz kalınca

ah! konstantiniyye, elbet bir gün feyz sunacaktır...

yeni gönderi kaptığım gibi surun tepesine doğru koşmaya başladım, aman allahım! sur '08, ne çok acı var! basamakları yirmibeşer yirmibeşer çıkıyordum ki arkamdan bir beşer seslendi, hasan mısınız? hangi hasan diyecek oldum, ulu manitu! az kalsın kendimi ele veriyordum, hem beni versinler ellereydi, hem beni vursunlardı öyle mi? bir melankoli molası vermeyi düşündüm ama burada mola veremezdim, gürani henüz masa hakemlerine işaret vermemişti. bir gözüm ise benimle beraber bu kocaman taş bloğa çıkan ark-adaşım hasanda idi. açtığı kanalda hızla ilerliyor, önüne çıkan düşman askerlerinin ekserisini keserek sekerayak ilerliyordu. gözlerime inanamadım, oha! kendimi bir an için o hasandım. yanıma kadar geldi, senin adın da hasan, benim adım da hasan, bundan sonra senin adın dasein olsun, dedi. sırası mı şimdi hasanım diyecektim ki, dilim dürttü, eyvallah dedim, helalleştik, tamamdır o zaman, heideger benimle ol, uçalım burçlardan, bakalım dünyadaki resmi mise-en-scéne türküsünü söyleyerek yukarı çıkmaya devam ettik, frenk diline bu kadar hakim olması beni titretti, yeni gönderi hala elimde sıkı sıkı tutuyordum ve ucundaki sancağı burçların tepesinde dalgalandırmak için sabırsızlanıyordum. kalenin en yüksek burcuna yerel halk koç burcu adını vermişti, biz de hasanımla beraber koşa koşa koça çok yaklaşmıştık. işte zirveye tam beş adım kala hasanım durdu, birdenbire üzerindeki zırhını ve yeniçeri şapkasını çıkardı, o yeniçeri şapkasının altına sakladığı upuzun saçları omuzlarına döküldü, hasanım meğer bana has'anım imiş. onun için buralara kadar benimle beraber koşmuş. işte o anda, hanım meğer sen ne dilbermişsin, dedim, melal-i hasret- i gurbetle ufk-u şama baktı, gülümsedi, çok çile çektik ama değdi dedi, bu da böyle bi hanımdır. yılların yorgunluğu ile kocaman sarıldım, ve birden sırtımdan soğuk teller boşandı, zırhım parçalanmıştı. yeni gönderi hala elimde tutuyordum, lakin sırtımdan giren hain bir ok dayanacak güç bırakmamıştı. hanımın üzülen gözlerine son kez baktım, süzülen kanlarımla taşların üzerine son sözlerimi yazarken, çok erken dedim, daha çok erken...

yürek ağrısına devalium prozac

t.d.ç.

ilk em;

küçüklerimi korumak,

büyüklerimi sevmek.

yordu mu?

aşk illeti mi?

özünde çok seyrektir..

mülküm;

akıldan, ileri gitmektir.

ey büyük atay!

tak!

kaçtığın yoldan

gösterdiğin hede; f.

durmadan yürüyeceğim...

ee?

and?

varsa içerim.

varlığım yokluğuma armağan.

ah ne mutlu!

seviyorum diye,

ne?!

şak-ı memnu

konuşmama hakkına sahip değilsin.
şimdi söyleyeceğin herşey..
ve aleyhinde
deli olarak
ben.

hatırlat da ağustosun sonlarında çocukluğuma yanalım

yanalım
kitapların ismi bu olsun.
şehre lacivert bir ceket gibi yakışsın yağmur.


-ah!-