beyazperdeler üstü varlık ve zamanından önce sarılmış heidegger filmleri

Gözlerimize inen beyazperde ya da kubrick’in yolunu tutup gözleri tamamen kapatmak, filmleri perdenin ardından seyretmeye kendini alıştırmış salonun öbür tarafındaki seyirciler için bir bahane veya keyifle izlenecek bir yol hikayesi değildir şüphesiz. Hem sonra, senin de bir gün çekmek istediğin o film var ya, bir yol hikayesi olan işte, başrolüne adam beğenemediğin, kısa film için çok uzun, bir seri için çok kısa öyküsü olan, onu da zamanı gelince ellerimizde patlamış piştovlar, başımızın üstünde beş boyutlu gözlüklerimizle izlemek istiyoruz eğer salondaki küçük sinema yazarları için bir sakıncası yoksa.
Yanlış yöne sarıldığı için geri giden hikayesinde her film, geri dönmenin, hem özlemini duyduğumuz hem de kurtulduğumuza sevindiğimiz o eski kafalılığın methiyesini düzüyor. Makinist daha dikkatli olsaydı, mesela sevgiliye sarılsaydı aynı film, boynuna dahi sarılması mümkündü, ama her halükarda arada kaçırdığımız ipuçlarını yakalayabilmek umuduyla yine başa sarılması gerekecekti, hiçbirşeyçok değişecekti, biz yakalayamadığımız bütün sahneler için gözlerimizi kapatıp baştan izleyecektik, sen de o kadar iyi bir seyircisin ki bu filmi gözün kapalı bile izlersin, o tombul yanaklı peltek adam da iyi izleyicidir bak mesela, herkes izleyicidir şeksiz şüphesiz ama seyrediyorlar mı yoksa takip mi ediyorlar belli değil daha. İzlemesi nefis eğlenceli ama takibi kafa yorucu bu hikayeyi seyrederken, ben bilhassa perdenin siyah olduğuna dikatlerinizi celbetmek isterim.
Filmlerüstü bir varlık olarak ben, senin ısrarla dayattığın bu sinemacılık kurallarını, süzülerek söylüyorum sevgili rejim, naçizane reddediyorum, koltuğunuzda rahat mısınız hala, yoksa? İşte filmleri ayın yüzeyinde izlemeye meraklı, seyir mesafesinde uzak yakın ayırdetmeyen birkaç kişi olarak, bütün güzelliğiyle aya yansıtabilme derdiyle kendimize en akıllı senaryoyla bir film yapıyoruz, gerçi burda yapılmışı var, içine iki başrol oyuncusu koyuyoruz, gerçi burada koyulmuşu da var, hikayemizi heyecanla anlatıp mutlu sonla bitiriyoruz, gerçi burada bitmişi dahi var, şimdi bu filmin bir de kitabı yazılsa ne güzel olmaz mı, gerçi burda yazılmışı var. -Son- Erler film.
Bu arada zaman çok hızlı geçiyor ve ben bilhassa yetmişli yaşlarımı çok özlüyorum.

Viva la resiztans! a.k.a. değişmeyen tek şey deyişimdir

“Olduğun yerde kal! Eller yukarı!”
Polisin sesini duyar duymaz artık bu işten kurtuluşum olmadığını anladım. Kaçış planım an itibarıyle suya düşmüş, su ise bana ihanet edip itina ile hazırladığım planlarımı alıp batıya götürmüştü, şu işe bakın ki, bütün bu tutuklamalara rağmen ben yine olabildiğince doğuluydum, kafamda realizm akımına mensup binlerce tabloyla rönesans ve reform doluydum, şimdi teoride yapabileceğim yegane şey sabırla batıya giderek sonunda doğuya varma hedefiyle kolomb cesareti göstermek, pratikte ise bana doğrultulmuş bu tabancaların huzuruyla ellerimi kaldırıp polisin önünde doğrulmaktı, göl kenarında ikamet eden bu aynasızlar tarafından bir kedi gibi enselendiysem ne yapayım, başımı döndürdüğü gibi beni başa döndüren o suyu içtiğimden beri başımda kesif bir ağrı var, dağ gibi bir acı habersiz ve kendisine küsmeme müsaade etmeyen, işte şimdi bir polisi tutuklar gibi bir hayvan tıkanıyor göğsümde benim de, ünlü oluyorum istemeden ve seslileri pek sevmememe rağmen, çünkü ben en çok sessizleri, bilhassa sözü bitiren sert sessizleri, en çok ise o sessizlerin sözün sonunda kayıtsız şartsız yumuşamasını severim.
Sessiz kalma hakkına sahibim ama şunu söylemeden o arabaya binmek istemiyorum, gördüğümüz bildiğimizdir memur bey, bir tren ne kadar hızlı olursa bizi gideceğimiz yere o kadar çabuk götürür, üstelik kırsal alanlardan geçerken aynı trenin benekli gözlerle takibi dahi zorlaşır, ama işi rayına oturtmadan önce memur bey, bir tren kompartmanında tesadüfen karşılaşmak ya da aynı sefere beraber bilet almak konusunda bi karar vermiş olmak gerekir sanıyorum, yola çıkmadan gerekli hazırlığını yapmak ya da trende satılanlarla iktifa etmek arasında bir tercih yapmak şarttır, memuriyetine gereken özeni gösterebilmek için memuriyetinden istifa etmeye gerek olmadığını anlamış olmak ve yeni memuriyetleri samimiyetle kabullenmeye hazır olmak ise muhakkak suretle gerekir, ben elimdekiyle iktifa edebileyim diye istifa mektubumu geri çekip usulüne uygun katlayarak bir uçak yapmış bulunduğumdan, bir kere fırlattıktan sonra havada ne kadar kaldığı ya da ne kadar uzağa gittiği mühim değil, uçması yeter.

Renk değiştiren işler ve bukalemin erbabları

Bir hayvan olarak yazı pek yırtıcıdır, bu yüzden elindeki o kırmızı kalemle dolaşırken önündeki kağıtlara çok dikkat etmen gerekir, bu benim yırtılan kim bilir kaçıncı uçurtmam. Böyle zamanlarda rüzgar çıktığı zaman ben, cümleten okumayı bilmenizden ötürü, mütevellid değil öbürü, yazmayı da bildiğinizi varsayıyorum, hatalı mıyım neyim kimse duymuyor nelerden hikaye etmektesin, buradan yazma bilenler için bilhassa öneriyorum mor yazma tam size göredir, bu duruşa pek yakışır, suyun kenarında ayna var deneyebilirsiniz, üstelik deneme yamulma yoluyla kullanılmaz hale gelen hayatlardan ücret almıyoruz, bugünkü asıl konumuza dair asılsız iddialarımızı bire onyüzbinmilyon veren oyunlarda kaybetmek istemiyoruz, yazarından aldığımız cesaretle sahne aldığımız tehlikeli oyunlarda olası ihtilalleri değil kesin ihtimalleri kaybetmek istiyoruz çünkü:
Bugünlere kadar sürekli bir esmer hega-moniasında yaşamını devam ettiren ve beyaz yüzlülere alışkın olmadıkları aydınlık yüzünden mega-manialar çıkaran maniacların karartmakta beis görmedikleri bir takım meslekler, bir takım yıldızlar ve bir takım elbiseler, bugünlerde beyaza dönerken, ay gibi beyaza dönerken, bu ay dönerken, benim için erken olsa da vakit gelmiş derken; gökyüzünü beyaza boyamaya istekli ve şefkatli bazı çalışanların grave hakkını kullanmak istemesi üzerine mevcut mavi statükoyu devam ettirmek isteyen işveren topluluğu nakavt hakkını kullanmak suretiyle beyaz adamların suretlerindeki aklığı kırmızıya devirmek istedilerse de, beyaz adamlardaki bu aklı selimin aklığa olan aşkı sayesinde k.aptalistlerin hiçbir çabası o adamların bütün göğü yüzleri gibi beyaza çevirmelerine engels olamadı marks?

o mavidir derin gösterir insanı

bana bakın söyleyin küçük saadetinizi nasıl olsa
ay düşene kadar durgun suya
alınacak birkaç nefesimiz daha var işte.
söyleyin denizler yükselsin çok ama buzlar yerinde kalsın
sonra canım penguenler
öpülesi imajlarıyla nerelerde boy gösterirler?
limansız kıyılarında avarelerin dolaştığı bütün denizler yükselsin
ve öyle filmlerdeki gibi kolay olmasın
kendisini kurtarması kendisinin.
yazma bilenler kendini suya atıversin
katlamadan buruşturmadan
ayrıca mantarlı şişelerin içine doluşmak da tehlikeli ve yasaktır.
kurtulma umuduyla gözlerini yumarak adasının en yüksek yerine çıkamayanlar varsa hala
onlar da kendilerine küçük bir gemi yapsınlar tahtadan
kokusu güzeldir.
akşam olmadan doldursunlar gemiye sevdikleri kitaplardan ikişer tane
peşinden suların çekilmesini beklesinler çok uzun değil
şafağa kadar.
çünkü dünyada bırakın gemileri yüzdürmeyi
dudaklarımızı ıslatacak su bile kalmayacağı zaman
yanımıza alabildiğimiz kitapların özünü içerek
hayatta kalabiliriz gibi.
aslında bu kadar kolay kurtulması ama kolaylığından mı sıkılıyoruz ne
kurtulmak içimizden gelmiyor diye dışarıda ne var beğenirsin?
hani biri kolunu uzatsa sırf suya dokunmak için
alabora olmak geliyor içimden
lakin ben kitaplara üzülürüm ıslanırlar güzel sebepsiz.
hem sırf ben onu tanıyorum diye bu hızla yaklaşan
kocaman balıkların karanlık odaları
beni saklayamıyor
oysa tanımasaydım ne güzel aldanacaktım ben de.
dünya dönüyor sanacaktım hala
kırmızı et ve balık küçük yuvarlak tabağımın üstünde dururacaktı
yerlerini değiştirmeseydim fark ederek geç de olsa
yıldızlar koç gibi adamları bile harcayacaktı.
işte kimine masada güzel balık kimine masalda boşver
bak arda kalan üç beş adam şimdi ancak
şişeleri doldurup doldurup denize atıyorlar
çünkü açılmak istediklerinden.
çarçabuk dibe batsın diye atılmış o şişeler
hakikatte daha daha uzaklara açılmak istediklerinden.

Zekimürenikimsevmez?

Bolşevk ihtilali vaktiyle bir ihtimaldi, ama o zamanlar bu kadar güzel değildi şüphesiz. Ben o günlerde ebedi çevrelerce beğenilmeyen karakalem çalışmalarımı sürdürüyordum, benim için edebiyatın kendisi iyiydi de çevresi kötüydü. Hatta bu duygu ve düşüncelerle ucu açılmamış birkaç kalemimi dahi toprağa gömerek sırf bencilliğimden kendime uzun dö-nemli planlar yapmıştım. Ama ne olduysa o uzun döneme varamadan şu kıza dönem-de ne halim varsa göreyim dedikten sonra başıma geldi, varsa göreyim diyemeden önce boşuma geldi, istediğim gibi dolduramadım hiç, nedense. Önce maden tetkik arama mensubu bir takım kişiler topraktaki kalemleri bulup basına tanıttılar, kalemleri itinayla dizerek maden tetkik polisi yazdılar, daha önce onlar kadar, kalemle yazmayı yanlış anlayan başka bir topluluğa şahit olmamıştım turgut. Madem teknik arama polisiyesi mensubusunuz bana daha iyi bir teknik önerebilir misiniz diye sordum, düşüncelerini bütün samimiyetleriyle itiraf ettiler, ne yalan söyleyelim biz bile seninkinden daha evla bir teklik bilmiyoruz dediler.
Vakt-i zamanında belki beni temsil edecek bir yazı yaratabilirim diyerek toprağa yönelmiştim, o kalemleri gömerken de ileride bir yazar olabilme ihtimalimi düşündüm, dedim. İki tane kalemle ihtimal mi olurmuş diyerek beni alaya aldılar. Alayda çok zor günlerim geçti be selim. Alay komutanı miralay mirsat paşa, zeki mürene hiç benzemiyordu. Oysa ben paşanın zeki, müren, aynı zamanda broşlusunu severdim en hicaz makamından. Her akşam güneşin battığı yerden kolormatik gözlerini dikip bana bakıyordu kovaçeviç. Benim yıldızlarım gökyüzünde yalnız gezerken onunkiler üst üsteydi heyhat. Hayvanlar aleminin mini bir modeli olan alayımızın hayvanat bahçesinin ise o günlerde sevimli bir konuğu vardı, lama sabile. Miralayın yaveri paşa II. Jean paul belmondo’nun filmlerindeki tükürme sahnelerinin dublörlüğünü yapan sabile adlı bu lamayı hususi ziyarete gittim. Nasıl oluyor dedim, sen ve belmondo, siz serseri aşıklar? Onunla, dedi, aynı bedende can gibiyiz, diğerlerinden farklıyız, biz ayrı lamayız. O anda veda busesini alnına kondurup koşarak uzaklaştım, kendimden utanı-yordum, kimseyi gerçekten tanımı-yordum, oysa daha demin apaçık bir ihtilalden bahsedi-yordum, lafı buraya taşıdım sizi de yordum.
İki tane kalemle elbette bir ihtimal olmazdı, ama ol-asilik benim damarıma vurmuştu artık, ol deyince olabildiğim tek şey oldu, isyan edersem bir ihtimal olmasa bile akıl ülkesinde bir karı-şıklığa sebep olabilirdim, en azından altıncı hikmeti tahtından indirip yerine akli dengesi bozuk olan yedincisini geçirebilirdim, nisyan halinde değil isyan halinde olmayı istememden mütevellid sürekli bir devinim içindeydim nitekim. Ben bunları düşünürken jandarma duman olmuş bir adamı yaka paça tuttukları gibi hakkımda şahitlik etmesi için getirdiler. Bu getirdiğiniz eski şahit dedim, buna inanılmaz, bana yeni şahit getirin, ne de olsa okuma bilirim. Yazdıklarımdan dolayı beni azami yirmi yıl için asgari beş mahkemeye şevkettiler, işte ilk defa şevke geldiğim an o andır şevket. Tam da o günlerde dünyanın tüm dişçileri birleşmiş, penselerini alarak harekete geçmiş, karşılarında duran yeşil devin dişlerini sökmeye uğraşıyorlardı, onlardan bir protez yapıp sakallı bir adama takma planları vardı, zira sakallı adamın ağzında diş olmadığından konuşurken ne dediği pek anlaşılmıyordu, anladım diyenler de hep yalan yanlış biliyorsunuz ya. Velhasıl, yeşil devden tamamen ayrı bir mefhum olarak, beni nereye gittiği belirsiz bir istikametle ve nihayetinde ıssız bir adada ikametle cezalandırdılar, ertesi gün ilk uçakla bahse konu adaya düştüm.
Şahsen kendi isteğimle ıssız bir adaya düşsem gerçek olmayı isterdim ve yanıma almak istediğim üç silahşörden de ancak ikisini getirirdim zira biriyle aramis fena halde bozuktu. Şimdi ise yanıma ancak üç vakit alabilmiştim, onu da sağ olsun eski bir arkadaşım iyi niyetli bir kahve falından çıkarmıştı zar zor. Adadayken ise düşünecek üç değil çok vaktim oldu hikmet, her şeyi enine boyuna ölçtüm biçtim. Ağaçlar üç adam boyundaydı, çimler üç karış; filler üç tondu, taşlar üç köşeli. İsviçreli bilim adamlarını hatırıma getirdim, hak-lıymışsınız dedim, hakkınız varmış, hakikaten. İşte o gün bu gündür, ayrı bir şevkle yaşıyorum, hatta ve hatta, bol buldum başkalarına da saklıyorum, ihtilalin üzerinden daha pek az bir zaman geçti, ama biz, yani ben ve evrimci yol arkadaşlarım, ne sokak aralarına kurduğumuz barikatlardan, ne silahlarımızdan, ne poşularımızdan, ne yumruklarımızdan, ne de arkadaşlarımızdan hiç vazgeçmedik, hem geçmeyiz de zaten, değil mi be sadık? Çünkü devrim, yol bulma değil, kendini kurtarma devrimidir; ve ben onu unutmak için sevmedim..


Bu yazıyla ilgili bazı latif e'ler: günaydın istanbul bu sabah çok güzelsin, işte şimdi gönül rahatlığı ile kahvelerimizi içebiliriz, mozaik deyince ise aklıma kek değil ülke geliyor nedense, o zaman aşk ile bir daha Viva la revolution!, vscf o yüzden lütfen ya şevk ya şevket olmazsa biraz şefkat, bir limit olarak sonsuzu tanımlamak için önce denklemi göreyim s.v.p., rahat okunmuyor diye rahat yazıyorum aslında şimdiki gençler pek rahat, kalemin yazdığı her şey edebiyattır diyene iki nokta ve kaba parantezle gülerim, kabahat toprakta çünkü nemi tutuyor kendisi eksik olmasın, bu kadar hızlı dönmek için ölmek gerekmiyor ya şems, polisiyemiz eğer katılırsa domino taşı dizme yarışmasında rekor kırabilir bence, işte arzuladığımız doğada ender rastlanan bir tür medyası, bugün gelse judas’ı bile papa ilan eder bunlar eminim, o sigarayı sana yedirmek istiyorum belmondo, lamaları devlet hizmetine almamız gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum, yıldızlar yerinde güzel bırak dursun yar, bu konuya hakim olabilmek için gereği düşünülsün yaz kızım, penguenler üşümesin ve smokin giyme mecburiyetleri kaldırılsın, lost güzel dizi ama hikayeyi mantıklı bir sona bağlamaları mümkün değil, sende balıklara atacak kadar akıl olsa şaşarım kaptan, eğer saymayı bilmesem üçü nasıl bulurdum, beni sevdiğimin kelimelerine emanet ediniz, sizin düşündüğünüz devrim amaç değil anaçtır ne doğuracağı belli olmaz, istesem bu ülkeye guiza’yı kral yaparım ama halk buna hazır değil, ekmek bıçağımı bulamıyorum sende mi brütüs, dahi anlamındaki de'yi ayrı yazmak için dahi olmaya gerek yok, ve sevgilim beni sıkma ben okuma bilirim..