Sabahları niçin sevmediğimdir

Bir aralık günü uyandığımda kendimi hiç değişmemiş buldum, sanki dün gece o rüyayı gören ben değildim, ellerim hala yerindeydi ve yerindeydi hala ellerin, demek ki aynı rüya yine ruhumu işgal etmiş. Ne kadar hayret verici değil mi, her gün sabah oluyor, uyanıyoruz. Ben yanmak için ateşe ihtiyaç duymadığım gibi uyanmak için de suya gerek görmüyorum, yüzüme dökülen sular beni uyandırmıyor da yüzümden dökülen sular uykumu bozup zihnimi açıyor diyebilirim. Bu yönüyle geceleri uyanıp sabahları aynı hayat uykusuna daldığımı söylersem biyologlar beni fotosentezle suçlarlar, gündüz aldığım nefesler geceninkiler kadar nefis değil, sentezi içinde sen ve tez geçtiği için seviyorum ben, daha hızlı nefes alıp verdikçe daha hızlı düşlüyorum.
Sabahlar geceden hiçbir iz taşımadığı gibi, gecenin bütün izlerini silmekten çekinmiyorlar. Ben şafağa kadar geceyi bilir geceyi tanırım, şafak geceye dahildir, bana yeterince büyük bir mancınık verirseniz güneşi doğudan batıya bir çırpıda fırlatırım ki tekrar akşam olsun, çabucak akşam olsun hüzünlenelim biz yine, en sevdiğim şarkıları yazan hep aynı gurup. Gece yağan yağmurun izlerini sabah hızla silen, birikmiş suları çarçabuk buharlaştıran o güneş, geceyle birlikte kendime ayırdığım ne varsa hepsini alıp götürüyor, güne çaresiz en yavan halimle uyanıyorum. Geceden ilham alıp düşünülen, cesaret alıp söylenen ne varsa hepsi sabahın ilk ışıklarına maruz kalır kalmaz uçup gidiyor olsa gerek, yoksa kağıttaki bu lekeleri başka nasıl açıklayabilirim?