En uzun geceye tenvirat denemesi

Doğruluktan uzak dünyanın kendi eğriliği yüzünden bu kadar uzun ve bu kadar karanlıksa gece, artık aydınlık bir gün için güneşten medet ummaktan vazgeçmenin, aydınlanmak için yanmaktan korkmamanın vaktidir. Takvim yaprağında gecemi sonsuz kılan en uzun hece dilimden düşmeden gelmeyecek bir gündüzü aklımdan bütünüyle çıkarmanın ve göğsümden ancak son nefesimde söküp atabileceğim bir ah uğruna geceye kayıtsız şartsız teslim olmanın huzurudur aynı zamanda.
Çünkü benim teslim olmamla beraber ateşkes ilan edilir, havada uçuşan kurşun kalemlerden artık kimse yaralanmaz, kağıtlar kasvetli hikayeler yerine hayatla yapılmış antlaşmalarla dolar. Ben teslim olur giderim, geride kalanlar birbirlerine karanfiller uzatır, harbin dumanını keyifle içlerine çekerler. Götürürken ellerimi bağlarlar benim, başka hiçbir eli tutmayacağımdan emin olursun, gözlerimi örterler, başka kimseyi görmeyeceğimi bilirsin, ayaklarımı zincirlere vurduklarında anlarsın ki başkasına gitmem mümkün değildir.
Teslim bayrağını çekmiş bu siyah paltolu adamın becerebileceği yegane şey, yakasını kaldırıp yine aynı sokaklarda dolaşmaktır, gecenin üstünü örtmesine izin vermediği fikirlerini karanlığa bırakırken, kulaklarından eksik etmediği melodinin eşliğinde yolların ayaklarının altından kayıp gitmesini seyretmektir. Geçtiği yerlerde bıraktığı yanık izleri, dönüş yolunu bulabilsin diye değil, ardından bakanların gittiği yeri bilmesi içindir, zira siyah paltolu adam umduğu yere vardıktan sonra geri dönmeyi aklından geçirmez.
Kendi halinde sokakları aydınlatan o direkli lambalarının bile saygılarından eğildiği caddelerden geçerken mahalle halkının cümlesini kaplayan endişe, içlerine yerşelen ya bizi de yakarsa korkusu, insanın üzerine eğilen cumbalı evlerdeki ışık geçirmeyen perde sevdası, ve onların ardında konuşlanmış geçenleri uzaktan seyreden meraklı gözler, ateşi körüklüyor. O ateşi söndürmeye yetecek iki damla suyun perde ardındaki o gözlerden gelmeyeceğini bildiği halde, siyah paltolu adam gözgöze gelebileceği bir itfaiye memuresi arıyor.
Gecenin hayallerimi sakladığından emin yürürken, eski bir binanın dibinde fakir bir adam, kendini gösteriyor. Pejmürde haliyle dilenci gibi görünse bile, haşa, o adam dilenci değil aslında, en asilinden kağıt mendil ve yarabandı satıyor. Bunlar gözyaşlarınızı silmek için mendil efendim, bunlar da sürekli kanayan yaralarınız için yarabandı dediğini duyuyorum yanından geçerken, acaba nereden biliyor? Adamın önünde yaralarımı seçiyorum, elimi uzatıyorum, omzuna değdirdiğimde geceye uyanıp minnet edebilmek uğruna soğuktan titrerken, içine düştüğüm gerçeğe uyanıp ben minnet ediyorum, asıl benim içim titriyor.
Artık en hüzün gece, başlangıcını da bitişini de bilmediğim bir acı, kendini karanlığın içinde gizliyor. Bugüne kadar bildiğim ve söylediğim, söylemediğim ama bildiğim, gönlüme uyup aklımdan geçirdiğim, aklıma uyup gönlümde sakladığım ne varsa, gerçek devasa bir dalga gibi hepsini yutuyor, geride kaldırmaya gücümün yetmeyeceği enkazlar bırakarak. Gece üstüme kapanmaya devam ediyor, ateş gittikçe büyüyor, alevler binaları geçiyor. Ben bu kadar yol gittim, nice kaldırım taşlarını ayaklarımın altında ezdim de, bu gecenin içinde bir yerlerde, Aşka gelince gördüm: bir uzun hece imiş!