Yazdan kalma bir günden

(soğuk günlerin anısına..)

Ne kadar güneşli bir gündü sokakta tüm insanları aydınlatmaya, hatta hepsini yakmaya yetecek kadar güneş vardı, aydınlanmaya karşı önlem alma ihtiyacı hissetmeyen insanlar yanmamak için bin bir takla atarak madem yandık her yanımız eşit yansın da amele yanığı olmayalım diyorlardı, sürekli dönüyorlardı, tuzlu suya ulaşana kadar hareket halindeydi herkes. Yakmayan güneş isteriz diyerek ayaklanan kalabalığı yatıştıran bronzlaşma cemiyetine mensup bir takım insanlar(toplam yüz yirmi yedi kişiydiler), pozisyon alıp beklemeye başlamışlardı. Teslimiyet bu olmalı, kendini güneşe teslim et, kabuğun kavrulsun. Güneş gibi bir şey görünce biriniz de çıkıp şunun ışığından nasiplenin yahu deyin ki aydınlandık biz gerçekten, ya da içimizi yakıyor şu güneş, bir şeyler yanıyor içimde bir yerlerde, kabuklarınızla yetinmeyin sevgili salyangozlar. Süslü bir kabuktan ibaret cisimleri içinde ruhunu ağırlık yaptığı için çıkarıp atmış, beyinlerini minimum ihtiyaçlarını görecek kadar, “yaşamaya yetecek kadar düşünsek bu bize yeter” deyip de hacmen fındık büyüklüğüne indirmiş kimseler doldurmuştu orayı, gece gündüz demeden varlıkları ile beni rahatsız ediyorlardı, aylar yıllar olmuştu ben oradan sıkılalı, daha gitmeden sıkılmıştım zaten, gün geldi o kadar sıkıldım ki akacak bir damlam daha kalmadı, daha fazla sıkmayın, damla düşmez artık diye haykırdım. Sıkma da bitti sıkılma da, artık aradan bayağı zaman geçti, şimdi tekrar açın beni, ne kadar buruştuğuma, ne kadar konuştuğuma bir bakın, bırakın.