Ben ve Tulmon, biz ikimiz; melâli anlamayan nesle aşina değiliz.

-Tulmon, bir şeyler anlatmak istiyorum, hem de çok istiyorum, ama bilemiyorum nereden başlamalıyım?
-Bu da soru mu şimdi? Beyaz sayfa önünde, sol üst köşesinden başladın ya işte.
-Ah evet, yine doğru söyledin. Peki acaba nasıl anlatmalıyım? Son zamanlarda bunun sıkıntısını yaşıyorum da..
-Hiç fark etmez, ne dil fark eder ne üslup, ne anlayanı olur bunların, ne de ağlayanı.
-Zaten benim satırlarımda da bulamazsın her hangi bir kimseyi bu yazıya bağlayanı.
-Çünkü hakikaten görebilmek ve boşluğa bakınca fark edebilmek için bu çağlayanı.
-Biraz olsun acısını duymak, uzaktan da olsa görebilmek gerek şu yürek dağlayanı..
-Ben olmasam seni kim tamamlayacak böyle?
-İşte bu sorunun cevabını bilmiyorum ama, a şıkkını işaretlemek istiyorum.
-Bazen çok gülünç olduğunun farkında mısın Tuna beyi?
-Yani kendini kandırmak veya ne bileyim, kusurları görmezden gelmek konusunda mı?
-Anlamıyor musun yahu! Baksana şu yazdığın satırlara.
-Nesi var canım Tulmon?
-Faciaya ramak kala manşetini atıp altına bunu koyabilirler. Yazı olarak da değil, resim olarak. Altına da şöyle yazılır: Acemi yazar edebiyat faciasına davetiye çıkardı, envai türde ve sayıda yaralı.Yaralılar arasında çok sayıda halkın sevdiği kelimeler ve sık kullanılan terimler var malesef. Peki kaza sonrası yaptığı açıklamada olayın faili ne dedi bakalım?
-Üzgünüm, kendimi durduramadım ve kalabalığın arasına daldım, bu kadar yükle kendimi yazıların arasına sokmayı ve kelimeleri incitmeyi hiç istemezdim. Buradan yaralı kelimelerin sahiplerine geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum. Bunun için artık çok geç biliyorum.
Ama yine de insan ne garip bir hayvan değil mi Tulmon?
-Öyle ya, bağlayınca durmuyor da..
-Ağlayınca?
-Hiç..