fragment

Dairenin güney köşesinde oturan Berk her sabah olduğu gibi gazetesini eline almış, mesaisine yine gazete manşetleri ile başlamıştı. İlk çay saatine kadar irili ufaklı haberleri ve sporu kendisi ile birlikte tüm çalışanlara meze yapmak zorundaydı, yoksa magazine zaman kalmayabilirdi ki dairede magazin konuşmadan geçen bir iş günü hayatta bir günü boş geçirmek demekti. Yüksek sesle okurken ilgisini çeken tüm haberleri, bir yerde sesini daha da yükseltme gereği hissederek konuştu ”Ünlü pop star Barış dün geçirdiği trafik kazasıyla yaşamını yitirdi. Yazık, gencecik çocuktu daha.”
Dairenin doğu köşesinde oturan Özge duyar duymaz onay mahiyetinde bir cevap verme ihtiyacı hissetti: ”Ay evet dün akşam annem duyunca ağladı evde biliyor musunuz? Her hafta mesaj atardık biz ona, çok severdi annem, birinci olunca kalkıp göbek atmıştı evin içinde!”
“trafik kazası olması çok acı, hani eceliyle ölse o kadar üzülmez de insan…” diyerek muhabbete karışma niyetinde olduğunu açıkça belli etti batı köşesindeki Murat. Ecel diyince ne anladığı meçhuldü, o yüzden en ciddi kelimeleri bile rahatlıkla günlük konuşma metinlerinde araya bir yere sıkıştırabiliyordu. Eceliyle ölse derken bu kadar rahattı.
“valla ben öleceksem yatakta öleyim isterim” dedi Berk, ”hatta mümkünse uyurken”.
“Ben de” dedi ve tekrar Berki onayladı Özge, neredeyse bir aydır her dediğini onaylıyor ve makyajına özen gösteriyordu, ama hala beklediği karşılığı göremiyordu, laf bende kalmasın diye bir şeyler söylemek zorunda hissetti kendini; “aman en kötüsü de boğulmak yanmak filan di mi Murat?”
“ya nerden açtınız şimdi ölüm konusunu anlamadım ama, bana sorarsanız en iyisi öleceğini bilmeden ölmek”
“hastalanmadan ölmek daha iyidir, en kötüsü hastalanarak ölmek, o kadar acı çekmeye ne gerek var” diye ekledi Özge.
“hayır, en kötüsü savaşta falan ölmek bence, sebepsiz yere” dedi Murat, henüz askere gitmemişti bile..
Saymaya devam ettiler, her iş gününün üç muhabbet kuşu, en kötüsü şöyledir, en kötüsü böyledir derken kendi aralarında bir ölüm muhabbetidir devam ettiriyorlardı, odanın kuzey köşesinde oturan Tahsin ise, hiçbir muhabbetlerine katılmadığı gibi, buna da bir an olsun kulak kabartmamıştı, ama bu haylazların lafı dönüp dolaştırıp sonunda kendisine getireceklerini biliyordu.
“aslında en kötüsü masa başında ölmek be, di mi Tahsin?”
kafasını önündeki işten kaldırmadan göz ucuyla Berk’e bir bakış attı, cevap vermedi. “Benim bu odada olduğumu unutsalar da hiç yokmuşum gibi sürdürsem şu dairedeki basit insanlarla geçirdiğim memnuniyetsiz iş hayatımı..” diye düşünürken, Murat rahat durmadı bu sefer:
“bir şey söyle be adam, sence en kötü ölüm nasıldır mesela?”
kafasını kaldırmadı yine. Gözlerini de yere dikti. Yaklaşık beş saniye süren bir sessizlikten sonra, dudaklarından şunlar döküldü:
“en kötüsü, unutularak ölmektir.”
“bir gün, bizi tanıyan ya da vaktiyle tanımış herkes tarafından unutulmamızdan daha kötü bir ölüm olabilir mi?” Bunu da söylemek istedi, ama, daha ilk cümlesi biter bitmez Berk atladı: ”aman be uyuz herif, sabah sabah neşemizi kaçırdın yine, düşünen adam kesildin başımıza, öf!”.
Sadece iki saniyelik bir sessizlik oldu. “Ya onu boş verin şimdi, Murat akşamki dizide Cevdet nasıl öldü ya ben kaçırmışım orayı?”, dedi Özge.