Bize verdiğin yalnızlık nimeti için sana sonsuz şükürler olsun.

Ben, yalnız bir adamım. Galiba böyle de kalacağım. Aslına bakarsanız, ne yalnızlığımdan anladığım var, ne de sebebini tam olarak biliyorum. Cemiyete saygı duymakla birlikte, şimdiye dek durumumu değiştirmeye yönelik bir girişimim olmadığı gibi, bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum. Bu yalnızlığımın kime dokunduğunu açıklamak elimde değil, bunu ben de bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, o da cemiyetten kaçmakla insanlara bir zarar vermeyeceğim, olsa olsa bu kaçışın bütün ceremesini kendimin çekeceğidir. Yalnızmışım, varsın daha beter olsun.
Bundan şikayetçi olan çok kişi tanıdım, yalnızlığına hayıflanıp duran. Ama ben esasında böyle değilim. Belki sizi kandırdığımı, belki kendimi kandırdığımı düşüneceksiniz ama, ne yalan söyleyeyim, halimden memnuniyetsizlik duymuyorum. Bence kalabalığın arasına karışıp kaybolmak, yalnızlığı lügatinden çıkarıp atmak çok kolay, tek gereken vasıflarını da bir kenarda bırakmak. Basit düşünüp basit bir hayat sürmek, adı üzerinde, çok basit. Yalnızlık hakkında çok kimseler ahkam kesmiştir, herkes vakt-i zamanında kendi yalnızlığını ilan etmiştir. Kimisi dostu olmadığından kendini aday görür yalnızlığa, kimisi aradığı eşi bulamadığından yalnızdır, kimisinin konuşacak kimsesi yoktur, kimisi paylaşacak kimse bulamadığından etrafta kendine sıfat seçmiştir yalnızlığı.benim için, bunlar yalnızlığın ziyadesiyle basitleştirilmiş halleridir. Yalnızlığın, yalnızlık kadar zor olan kısmı, ruhen yalnız olmaktır. Hele buna bir de fikren yalnız olmayı eklerseniz, benim lügatimdeki yalnızlığın, “yalın”dan “yalnız”a dönüşürken arada yitip giden “ı” harfi kadar umutsuz bir vaka olduğu dikkatli bakan gözler tarafından kolaylıkla anlaşılabilir. Ama boş verin siz bunları, ne diyordum, yalnızmışım, varsın daha beter olsun.
Biz de yalnızız diyen sesleri duyar gibiyim etrafta. Belki benim gibi hisseden binlercesi vardır, doğru. Ve yine binlercesi kağıda kaleme sarılıyordur dostum diye. Ve belki de, hiçbir değeri olmayacaktır benim tarafımdan karalanan şu satırların. Belki de, belki de en doğrusu bırakıp gitmektir bu cümlede, yırtıp atmaktır sayfayı, tıpkı daha önce onlarca kez vazgeçilen yazılar, yarıda kesilip bir kenara atılan metinler, en az yüzüm kadar buruşturup attığım kağıtlar gibi. Ama görüyorsunuz ya, bırakma cümlesi geldi geçti, ve ben hala inat ediyorum, bir yandan hiçbir kıymeti olmayan şeyler yazdığıma inandırıyorum kendimi, bir yandan ise tek bir harfin bile değerli olduğunu düşünüp kendimi avutuyorum. Bu bir hastalık olsa gerek, dikkatli olmak lazım, zira bu hastalığın bulaşıcı olup olmadığı konusunda Türk hekimleri henüz bir mutabakata varmış değiller.
Yalnızlık konusunda en iyi kitaplarla anlaşırım. Birkaç kitap okumuşumdur şimdiye değin hayatımda, hatta bazıları öylesine etkiledi ki beni, biter bitmez oturup düşünmeye, aklımda birikenleri, ruhumda yeşerenleri, nasıl bir yolunu bulsam da anlatsam diye düşündüm. Ama tembelliğimden, şüphesiz ki tembelliğimden, elime kalem almadım. Yakın zamana kadar kitap okurken bile kalem almadım elime, okuduklarımı aklımda tutabilecekmişim gibi saçma düşüncelerim vardı. İnsan zamanla öğreniyor yanlışlarını. En iyi öğretmen zaman, ama öğretirken hem ödevlerin en zorunu veriyor, hem de cezanın en ağırını.
Bunca lakırdı, sıkıcı laf kalabalığı arasından geçip buralara geldik. Peki buradan nereye gidilir derseniz, söyleyeyim. Ben ve benim tanımadığım ama varlığından emin olduğum bazıları, bir büyüğümüzün bu konuda yol göstericiliğine güvenerek yola çıktık. Yalnızlığımıza inandık, ona sığındık. Kelimeleri ve yalnızlığı hayatın tadı tuzu kabul ettik. Çok şükür ki kelimelerimiz var, yalnızlık derseniz keza, o halde ne gelir elden, oturup şu halimize şükretmekten başka? Bize verdiğin yalnızlık nimeti için sana sonsuz şükürler olsun.