Dünyanın bütün sıkıntılarını istiyorum.

Yadsınamaz gerçeklerle dolu bu defter her gece yatsı vakti güncellenmekle beraber esasen gerçekle bir alakası olup olmadığı şüphelidir, Hikmet amcanın yazalım da havada kaybolmasın dediği gerçekler yazıldığı anda yazarı gerçekliğinden şüpheye düşürür.
Ey aklım, sana sığındım. Benim seni korumam gerekirken senden sığınma hakkı talep ediyorum, çok uğraştım kaçak yollardan içeri girmeye ama muvaffak olamadım. Tulmon’un yanına gitmek istiyorum, sadece orada varolmak istiyorum, ne iş olsa yaparım, isteyen herkese hayali kahraman olurum, en basit düşlerde en ucuz rolleri oynarım, yeter ki bana akıl diyarından bir karış toprak ver, oracıkta kök salarım.
Tulmon dostum, ben kaldım buralarda, en iyisi sen gel yine, oradan çık şu yanımdaki sandalyeye otur, dikkat et bir ayağı kırık zor duruyor. Yine eski günlerdeki gibi oturduğumuz yerde sıkılmaca oynayalım. Önce şu televizyondan kurtulalım, tutup bir sallayışta pencereden denize atalım, hatta sağ üst köşesinde yeni bölüm yazanlardan başlayalım. Kendi sesi ile ekrana çıkmayan tüm oyunculardan, akşam kuşağının kadınlar için bakım ürünleri pazarlayan reklamlarından, Hamdi Bey’in ahlaksız teklifine yokum diyen yarışmalardan, süper eğlenceli muhabbet şovlarından başlayalım. Ya da boşver, vazgeçtim. Belki güzel bir filme denk geliriz, bi tur daha dönelim.
Ben ki, harfleri ne kadar seven bir insanım. "O" harfinin yanına getirmek üzere "A" harfinden başlıyorum, B,C,D,E gelip geçiyor, sonra gelip takılıyor, "F" den öteye gitmiyor, iki harf daha atlasan ne olur sanki hep aynı yerde takılıyorsun meret! İşin kötü yanı, temcit pilavı adlı sıkıntı konusunun zamandan ve mekandan münezzeh olması, her an her yerde karşımıza çıkabilir. Kendimize başka bir konu seçelim. Keşke şimdi burada değil de Pera’da olsaydık be Tulmon! İster misin gidelim, en kısa yoldan hem de, göz açıp kapayıncaya kadar ordayız.
Kapat gözlerini, şimdi. Tramvay sesi. Daha dün ayrılmışız sanki şehirden. Tramvay sesi, ne kadar güzel, derken, birbiriyle yarışan insanlar, her yönde ve her yöne, hayır olamaz! İşte yine başlıyoruz, herkes değil, Tulmon da değil, sadece ben yine kalabalık virüsüne yakalanıyorum. Yürürken slalom yapma ihtiyacı doğuyor, adımlarım hızlanıyor, omuzlarımı başka omuzlardan sıyırıyorum ustaca, bir sağ ve bir sol, şimdi yine bir sağ ve sola iki adım, ve birkaç metrelik boşluk sadece üç saniyeliğine. Gel geri dönelim Tulmon bu akşam burası her zamankinden daha kalabalık.
Bana bir kalem uzatır mısın? Kurşun kalemle beyaz kağıda yazmayı özlemez mi insan? Kağıda yazmak istiyorum bu akşam küçük küçük harflerle. Fazla vaktim yok, bu benim son kurşun kalemim, onu da son bir hareket için kendime ayırdım. Sona geliyoruz artık. Unutma, her şeyin bir adabı vardır Tulmon. Dizüstü bilgisayarı dizinin üstüne koymanın bile bir adabı vardır. Ama şimdi ayağa kalkmalı ve küçük şeylerle mutlu olmayı başaran oyuncuları ayakta alkışlamalıyız, şapka çıkarmalıyız. Başımızdaki zimmerman şapkasını çıkaralım, hatta şu siyah ütüsüz gömleği, kayışı bekli yıllardır kayıplarda gezinip etekleri yerlere sürten kara pardesüyü, paçaları eskimiş zifiri pantolonu ve topukları sessiz gecelerde kaldırımlarda takır tukur yankılanan siyah iskarpinlerini de çıkaralım. Bu gecelik eflatun ipek gömlek altında dar bir turkuaz mavi pantolon , belimize kırmızı kuşak, sırtımıza mor bir kaftan ve kafasında ucuna kaz tüyü iliştirilmiş Fransız usulü bir kasketle dolaşalım ortalıkta. Bu akşam kendimizi Dostoyevski romanlarından çıkaralım, La Fontaine’in masallarına girelim. Bu gecenin sonunda hala kafamda bir kaz tüyü ile görürsen beni, artık özgürsün demektir, gidebilirsin. Vakit epey geç oldu Tulmon, şimdi uyuyalım bakalım sabah her şeyi bıraktığımız gibi bulabilecek miyiz?