yarım kalmış bir aşk hika

-do you love me?
-yes
-iiiiiiiiii(sevinç nidası)

that's the happy endingil! aks işte budur sevgili dostlar. esasen ancak gidebildiği yere kadardır, çünkü aksın ömrü ustasına göre değişir. sizinkisi suratınıza aşkedilen bir tokatla bitebilirken, örneğin zayıf ruhlara dokunan birtakım ucuz filmlerdeki gibi; ustaların yedikleri nice kroşelere rağmen ayakta kalabilmiş olması saygı gerektiren acı tecrübedendir. siz hayatınızda hiç yumruk yememiş olmanın acemiliği ile gardınızı yukarıya almışken, her nefesiniz kesildiğinde karşınızdakinin biteviye midenize çalıştığını sanırsınız, oysa bu hakemsiz oyunda mideye çalışmaya gerek yoktur çünkü sınavda çıkmaz, kalbe çalışıp önceki yıllarda çıkmış soruları ezberlemek, çalışmaya gerek kalmadan bu dersi geçmeye yeter, bilahare dersini alan geçip köşesine oturur gongu duyduğunda, futursuzca bir de tersini görmeye çalışmaz. zaten karşıdakinin nefesini kesmek için de yumruğa luzum duyulmaz zira mücadeleye halihazırda nefessiz başlamış olmalısınızdır. bütün serbestliğiyle sualtında yüzdüğünün, her yanının sularla çevrili olduğunun ve bir nefes için illa ki kafasını dışarı çıkarması gerektiğinin farkında olan bir boksör hassasiyetiyle suya rağmen havvanın peşinde olmanız ve yediğiniz her yumrukta kaburga kemiklerinizi tekrar saymanız gerekir. en ağır yenilgilerin çiçeklerle dolu hastane odalarında kutlanmaya başlandığı günler gelince, ömr-ü hayatınızın kalanı için önerilen yaşam destek ünitesi sandığınız gibi yaşamanızı değil yaşamadan yaşlanmanızı sağlar. uyumaya devam edersiniz açık gözlerle, ta ki akıllı bir doktor gelip yüzünüze esaslı bir tokat aşkedene kadar!
yine de yamuk bakmaya meyilli neyzen bakışlı dostlarımız için, pisa kulesinin yıkıldığı gün, müdafaa-i hakikat komitesinin hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkıp kafaları yaran görünmez azaları olarak, çılgın kutlamalar tertip etmekten geri durmayacağız. mezkur kuleyi eli ile düzeltirken çektirdiği fotoğrafta son derece fotohijyenik ve tiptronik görünse de, fotoşok dünyasında yatacak yeri olmayan gerçeğin ta kendisi, yerin altında saklandığı sığınağından çıktığı zaman o kule nasıl olsa devrilmeyecek mi? ya da, Paris'teki o demir yığını bütün şekilsizliğine rağmen rağbet görmeye devam ettikçe antika denizcilerin içtiği şişelerce rom, antik eserleri ruh-ül sanat kabul edip önlerinde aklımızı yitirecek kadar bizi kendimizden geçirmeyecek mi? nihayetinde ise, yazacaklarınız için kırmızı mürekkep mi yoksa mavi mürekkep mi diye sormadan önce; fikrimizin hangi renklerden mürekkep olduğunu merak etmeyecek mi kimse, ense kökümüzden yakalamadan, bizleri baudr-i yar peşinde bu simulasyon dünyasına koşturmadan önce?