le crépuscule du soir

Alın yazımı çok beğendiğini ve kendi mecmuasına koymak istediğini söylediği zaman alın yazımı istediğiniz gibi kullanın demiştim, yazının kendisine olan teslim bayrağım her zaman gönderdedir zaten, hem sonuçta hayat mukadderattan ibaret bir muhabbet değil mi ikimizin arasında, ben ellerimi yukarı kaldırıyorum çaresiz, çünkü bugün beyaz bayrak sallayanlar bile kurşun yiyebiliyor. Alın yazısı böyle, lakin ben şimdiye kadar hep el yazımın güzel olduğunu düşünmüştüm, onu beğenenler çıkardı arasıra, buna alışmıştım, ama alın yazımı el yazıma tercih eden bir çift gözün karşıma çıkma ihtimalini düşünmediğimdendi bu, oysa elimden çıkan yazıların ardında görünenlere şimdiye kadarkinden çok daha fazla ehemmiyet göstermem gerekirmiş.
Bu yüzden edebiyatı bir kenara bırakıp, sahte edebiyatla ebediyete intikal yolunda kendi sözlerimizi kendi boğazımızda deneyelim. Ülkemizin dört bir yanından, hatta Petersburg ve dahi Paris’ten en kasvetli bulutları hazır sinesinde toplamışken gök, er kişi niyetine diyerek şu sahte şiirbazın cenazesini bir kere kaldıralım, insanları başka şeylerle kandıralım. Süslü sözlerle halkı kandırır şiirbazlar, oysa ne şiirdir ne keramet, söz kendi başına marifet. Elimiz çabuk tutalım, müteveffayı toprağa bir an önce iade edelim, bulutlar iyice çoğaldı çünkü, şüphesiz birazdan yağmuru da bırakır gök, er ya da geç.
Ayın ondördü gibi, ayı alıp dizelerine kondurduğunda inanmamıştı kimse, bu düpedüz şiirdir demişlerdi; şimdi ise o şiirbazlıkla suçlanan adamcağızın ruhu, hürriyetin huzuruyla yükselecek, mezar taşlarına şiir okumanın keyfini tadacaktır, çünkü taşlar ayakta dinleyecektir onu, duymadık demeyeceklerdir. Hakkı vardır, hürriyetin tadını çıkaracaktır artık o ruh, çünkü bir ömür boyu umuda mahkum edilmenin acısını söndürmüştür artık. Düşlerinin dört duvar olup onu hapsettiği odada yaşamaktan, dışarı çıktığında bile aynı düşleri pranga gibi ayak bileğinde taşımaktan yorulmuşken, her geçen sene duvarlarını yükseltmiş, prangasını ağırlaştırmışken, şimdi kuş misali hafiflemenin huzurunu yaşayacaktır şüphesiz.
Huzuru bulduktan sonra birine karışmak olmaz, onun için onu dinleyicileriyle bırakalım, sana dönelim. Aldığın mektubu açmadan aylarca elinde bekletirken sen, ben kayıtsız kalamadığım kayıtların üzerimdeki etkilerine dair bütün kanıtların bir anda ellerimden kayıp ateşe düşmesine yanıyorum. Ben sessizliğimi muhafaza ederken, senin de bu sessizlik, bu sükunet için yaratıldığını bilmen gerekirdi, benim sessiziliğim içinde bütün gürültüyü söndürebilmen için senin de sessiziliğe iman etmiş olman gerekirdi, çünkü herşeyden önce sessizlik vardı, söz iki sonsuz arasında bir çırpınış, bana ait her söz ise, sessizliğe giden yolda topallayan adımlardır ancak.
Yollar var, taş döşeli, sokaklar var, karanlık, topallayarak da olsa yorulmadan yürüyorum. Arkamda heyecanlı ayak sesleri de var, pencerelerin ardında meraklı gözler de. Kendi halimde giderken, izleniyorum ama; takip mi ediliyorum yoksa seyrediliyor muyum, bilemiyorum…