bu bir hikaye değildir.


-azade-



sıkılıyor. başta bunu yazayım. ama ne içi sıkıldığını daha belli etmedi. belki derdini açığa çıkarmaya başladıktan sonra benim yazmam gerekir. muhtemelen canı sıkılıyordur sadece, ve mesele esasında sandığı gibi önemli değildir. bu durumda emanete ihanet suçundan rahatlıkla yazabilirim ben. sanmam, senelerdir tanıdığımız bildiğimiz adam işte. öyle canını kolay kolay sıkan birisi değil ki. her zamanki gibi ruhu sıkılıyor bedeninde ben eminim. ilk bunu yazacağım. sabah masasına oturduğunda her günkünden neşeli görünüyordu aslında. galiba düşünmeye başlayınca böyle oldu. düşünmeye başlamasını yazdın mı sen? aklına gelen bir fikri bile atlamadan not ediyorum, bugün de saate bakıp düşünmeye başladığı anda yeni bir sayfa açıp başlık olarak yazdım, altına teker teker sıralıyorum aklından geçenleri.
-günaydın ahmet bey! istersin çay vereyim?
zaman bu kadar yavaşlamışken kendini düşünmediğine emin misin? sanki bana da yazacak birşeyler çıkacakmış gibi geliyor bunca fikrin arasından. aklında kendiyle alakalı birşeyler var elbette, mesela eski notlarıma bakınca pişmanlığını görüyorum, not etmişim büyük harflerle, bayağı da yazmışım o zamanlar. o pişmanlıklar bana çok sayfalar sildirdi hatırlıyorsun değil mi? hatırlamaz olur muyum hiç. şuna baksana, oturduğu yerden kendine dert arıyor yahu, bu zamanda bulunmaz meziyet bence. hazır buraya kadar gelmişken, şuradan sağ kulağına birkaç kelime de ben fısıldasam mı diyorum, ne dersin? ah hayır, dışarıdan yardım yok biliyorsun, kendisi ne hesab ederse sonucuna katlanacak, yoksa ben de buradan sol kulağına üflerim çok rahat, kalkar gider bir çılgınlığa doğru hemen. biz yine kendi halinde izlemeye ve yazmaya devam edelim. en son nerede kalmıştı? az önce aklından şunu geçirdi ki, bugünden itibaren yeni bir hayata başlıyormuş. bunu daha önce çok dedi hatırlıyorsan, başlığı senin atıp sayfaları benim doldurmamla sürdü hep, ben yazdıklarımı sildim, bu sefer bu kısmını sen yaz.
-ahmet bey sabah masanıza bıraktığım hesapları da öğlene yetiştirirseniz...
dosyaları sabahtan beri inceleyemedi çünkü aklı hala kendi dosyasında. kendi dosyasını önüne aldı, ölçtü biçti ve süphesiz bir şekilde ziyanda çıktı. işte bu yazılır! üstelik işten kovulma pahasına, bugün daha ağzını açtığını bile yazmadık. sustuğunu yazmış olmalısın öyle değil mi? gördüklerimi düşünmeden yazıyorum, dinle, adamımız daha yeni başlıyor, bakıyor ki bugün şubatın ikisi, gün takvimde boş görünüyor, ama takvime el basarım ki boş kalmayacak, aklımı boş bırakmayacağım artık diyor, yazıyorum bunları hep, bana da bir yer açsa ya. bu gidişle sana varır belki de, bana bugün pek hacet yok anlaşılan. en iyisi uzun uzadıya dinleyelim, bittiğinde aramızda anlaşıp sonunu yazarız. o halde şimdi, sadece dinliyoruz.
"saat daha sabahın onu. ve aklıma gelir gelmez saat onu buldu. bu bir saat neden bin saat gibi geldi ki? ilk iş sağa sola bakınmayı bırakayım şimdi, çünkü bundan sonra hep önüme bakacağım. gözlerimi hiç boşa harcamayacağım, kalbimi boşa yormayacağım, bugünden tezi yok başlıyorum, hesabımı ince ince yaptım. bugüne dek herşey benden götürdüğü için, hesabı kolay oldu, mutlak zararda çıktım, amenna, peki şimdi ne yapmam gerek? önce ayağa kalkmalıyım, bugüne kadar hep oturduğum yerden konuştum, ayağa kalkarsam belki biraz dinlenirim. aslında kendim için yeniden başlamayı istiyorum, bugüne kadar hep tok yaşamışım belli, eğer mide tokluğundan bahsediyorsam tabi, ama ruhumu düşüncesizce aç bırakmışım hem de çok, üzerine taş basmayı bile akıl edememişim, bağrıma böğrüme çalışıp durmuşum. ve hepsi de masamın üzerindeki bu ayna yüzünden biliyorum, çerçevelettiğim resmim yüzünden, resmi dairelerde asılmak üzere yargıladığım resmim yüzünden. artık kendi kendimi terbiye etme yolunda biraz daha çaba harcamam gerek. hayatımı biraz daha düşünerek okumalıyım. her gün inkişaf ettiğimi sanıyorum ama ertesi gün aynı dönemeçten başa dönüyorum. oysa yarınımın bügünümden evla olması gerekiyorken benimkiler eşit bile değil. yoksa şu dakikalar ne işe yarar ki, zaten hep zarardayım. yanlışların en büyüğü, fikirlerimi kendi başlarına bırakıyorum. çok başıboş kalıyorlar kelimeler. sonra en güçsüz halleriyle dolaşıyorlar ortalıkta. onları hislerimle biraz güçlendirebilsem hesabı tutturabilirim gibi geliyor, belki o zaman istediğim heyecanı duyabilirim. ama en başta, idaremi kuvvetlendirmem gerek, irade elzem, irade şart. duygu ve düşüncelerimi geleneksel zincirlerinden kurtarmam gerek. bazı misafirleri zihnimden peşinen kovmam gerek. olmak istediğim gibi olmam gerek, olduğum gibi kalmamam gerek. kendime onlarca şart koştum, bugüne kadar yüzlerce başlangıç yaptım, hiçbirinde nefesim yetmedi, hep durmak zorunda kaldım. şimdi son kez derin bir nefes alıp önce dalabildiğim kadar derine, sonra da uçabildiğim kadar yukarı. bu sefer kararlıyım ama, bu sefer kesin, bu sefer muhakkak dediğimi yapacağım. önüme her gün onlarca gelir gider meseleri koyuluyor, sessiz sedasız hesaplıyorum. boşa yapılmış yüzlerce alışverişin hesabını tutuyorum. beş senedir burada istisnasız aynı işi yapıyorum, bütün hesaplarımı başkalarına satıyorum. şimdi son bir muhasebe ile kendi müessesemi kara geçireceğim, şimdi olacak..."
bu sefer düşünceleri biraz daha farklı geldi bana. bütünüyle benim kalemimi tüketecek bu adam. yine de ben bu fikriyatta biraz bencillik sezdim, kendini kuırtarmaya çalışması bana en azından birkaç sayfa yazdıracak gibi geliyor. en başta belirtmek gerekirse, kendine düşünüyor, başlığımı böyle yazayım. fakat azizim, kendini kurtarmadan başkalarını nasıl kurtarsın ki? bilinçaltında bir yerlerde bu düşünceyi hep sakladı zaten bu adam biliyorsun. bu düşüncelerin hepsi oraya açılan bir kapı, ve yolun sonu iyi yerlere gittiği için hepsini benim yazmam gerekir. hayır, o kadar kolay değil. baksana kendisi için yaptı bütün hesaplamalarını, geleceğe dair somut birşeyler koymadı ortaya, ya yine kendi kendini eğlendirdiyse? yani yarından itibaren kendini düşünmeyen biri olacağını bilmiyoruz daha.
-ahmet abi sesin soluğun çıkmıyor bugün, hayırdır?
bak ben bu defa kesin inanarak yazıyorum. şu an saati durdurdu ya bu adam, yeniden akmaya başladığında herşey bambaşka olacak. ama böyle düşüncelerle karşımıza çıkınca benim bugünüm boş geçti neredeyse hiçbirşey yazmadan. bu adam beni hiç boş bırakmazdı halbuki, mütemadiyen yazardım. en azından çaycının sorusunu cevapsız bırakmasını yazayım, bir selamı çok gördü ya, adam sevecenlikle getirdiği çayı hayal kırıklığıyla bıraktı masaya. onu da ben ileride telafisiyle kaydederim emin ol. hatta müdürün dosyalarını bile daha hazırlanırken aklından geçirdikleriyle yazacağım. gel sen de bana yardım et, eğer yazacak başka birşeyin yoksa. iktiza ederse ederim elbet, ama artık burada duralım. sonuna yaklaşıyor, bugün harfleri mi sayacağız kelimeleri mi? genelde benim kelimelerim uzun olduğu için, harfleri saymak biraz adaletsiz olabiliyor. adamımız için hiçbirini saymamıza gerek kalmadı bence. ama illa ki günün sonucunu belirlemek istiyorsan, buradan çıkışta defterlerimizi adaletli bir el terazisinde tartarız, küçük, beyaz, tarafsız...