Zekimürenikimsevmez?

Bolşevk ihtilali vaktiyle bir ihtimaldi, ama o zamanlar bu kadar güzel değildi şüphesiz. Ben o günlerde ebedi çevrelerce beğenilmeyen karakalem çalışmalarımı sürdürüyordum, benim için edebiyatın kendisi iyiydi de çevresi kötüydü. Hatta bu duygu ve düşüncelerle ucu açılmamış birkaç kalemimi dahi toprağa gömerek sırf bencilliğimden kendime uzun dö-nemli planlar yapmıştım. Ama ne olduysa o uzun döneme varamadan şu kıza dönem-de ne halim varsa göreyim dedikten sonra başıma geldi, varsa göreyim diyemeden önce boşuma geldi, istediğim gibi dolduramadım hiç, nedense. Önce maden tetkik arama mensubu bir takım kişiler topraktaki kalemleri bulup basına tanıttılar, kalemleri itinayla dizerek maden tetkik polisi yazdılar, daha önce onlar kadar, kalemle yazmayı yanlış anlayan başka bir topluluğa şahit olmamıştım turgut. Madem teknik arama polisiyesi mensubusunuz bana daha iyi bir teknik önerebilir misiniz diye sordum, düşüncelerini bütün samimiyetleriyle itiraf ettiler, ne yalan söyleyelim biz bile seninkinden daha evla bir teklik bilmiyoruz dediler.
Vakt-i zamanında belki beni temsil edecek bir yazı yaratabilirim diyerek toprağa yönelmiştim, o kalemleri gömerken de ileride bir yazar olabilme ihtimalimi düşündüm, dedim. İki tane kalemle ihtimal mi olurmuş diyerek beni alaya aldılar. Alayda çok zor günlerim geçti be selim. Alay komutanı miralay mirsat paşa, zeki mürene hiç benzemiyordu. Oysa ben paşanın zeki, müren, aynı zamanda broşlusunu severdim en hicaz makamından. Her akşam güneşin battığı yerden kolormatik gözlerini dikip bana bakıyordu kovaçeviç. Benim yıldızlarım gökyüzünde yalnız gezerken onunkiler üst üsteydi heyhat. Hayvanlar aleminin mini bir modeli olan alayımızın hayvanat bahçesinin ise o günlerde sevimli bir konuğu vardı, lama sabile. Miralayın yaveri paşa II. Jean paul belmondo’nun filmlerindeki tükürme sahnelerinin dublörlüğünü yapan sabile adlı bu lamayı hususi ziyarete gittim. Nasıl oluyor dedim, sen ve belmondo, siz serseri aşıklar? Onunla, dedi, aynı bedende can gibiyiz, diğerlerinden farklıyız, biz ayrı lamayız. O anda veda busesini alnına kondurup koşarak uzaklaştım, kendimden utanı-yordum, kimseyi gerçekten tanımı-yordum, oysa daha demin apaçık bir ihtilalden bahsedi-yordum, lafı buraya taşıdım sizi de yordum.
İki tane kalemle elbette bir ihtimal olmazdı, ama ol-asilik benim damarıma vurmuştu artık, ol deyince olabildiğim tek şey oldu, isyan edersem bir ihtimal olmasa bile akıl ülkesinde bir karı-şıklığa sebep olabilirdim, en azından altıncı hikmeti tahtından indirip yerine akli dengesi bozuk olan yedincisini geçirebilirdim, nisyan halinde değil isyan halinde olmayı istememden mütevellid sürekli bir devinim içindeydim nitekim. Ben bunları düşünürken jandarma duman olmuş bir adamı yaka paça tuttukları gibi hakkımda şahitlik etmesi için getirdiler. Bu getirdiğiniz eski şahit dedim, buna inanılmaz, bana yeni şahit getirin, ne de olsa okuma bilirim. Yazdıklarımdan dolayı beni azami yirmi yıl için asgari beş mahkemeye şevkettiler, işte ilk defa şevke geldiğim an o andır şevket. Tam da o günlerde dünyanın tüm dişçileri birleşmiş, penselerini alarak harekete geçmiş, karşılarında duran yeşil devin dişlerini sökmeye uğraşıyorlardı, onlardan bir protez yapıp sakallı bir adama takma planları vardı, zira sakallı adamın ağzında diş olmadığından konuşurken ne dediği pek anlaşılmıyordu, anladım diyenler de hep yalan yanlış biliyorsunuz ya. Velhasıl, yeşil devden tamamen ayrı bir mefhum olarak, beni nereye gittiği belirsiz bir istikametle ve nihayetinde ıssız bir adada ikametle cezalandırdılar, ertesi gün ilk uçakla bahse konu adaya düştüm.
Şahsen kendi isteğimle ıssız bir adaya düşsem gerçek olmayı isterdim ve yanıma almak istediğim üç silahşörden de ancak ikisini getirirdim zira biriyle aramis fena halde bozuktu. Şimdi ise yanıma ancak üç vakit alabilmiştim, onu da sağ olsun eski bir arkadaşım iyi niyetli bir kahve falından çıkarmıştı zar zor. Adadayken ise düşünecek üç değil çok vaktim oldu hikmet, her şeyi enine boyuna ölçtüm biçtim. Ağaçlar üç adam boyundaydı, çimler üç karış; filler üç tondu, taşlar üç köşeli. İsviçreli bilim adamlarını hatırıma getirdim, hak-lıymışsınız dedim, hakkınız varmış, hakikaten. İşte o gün bu gündür, ayrı bir şevkle yaşıyorum, hatta ve hatta, bol buldum başkalarına da saklıyorum, ihtilalin üzerinden daha pek az bir zaman geçti, ama biz, yani ben ve evrimci yol arkadaşlarım, ne sokak aralarına kurduğumuz barikatlardan, ne silahlarımızdan, ne poşularımızdan, ne yumruklarımızdan, ne de arkadaşlarımızdan hiç vazgeçmedik, hem geçmeyiz de zaten, değil mi be sadık? Çünkü devrim, yol bulma değil, kendini kurtarma devrimidir; ve ben onu unutmak için sevmedim..


Bu yazıyla ilgili bazı latif e'ler: günaydın istanbul bu sabah çok güzelsin, işte şimdi gönül rahatlığı ile kahvelerimizi içebiliriz, mozaik deyince ise aklıma kek değil ülke geliyor nedense, o zaman aşk ile bir daha Viva la revolution!, vscf o yüzden lütfen ya şevk ya şevket olmazsa biraz şefkat, bir limit olarak sonsuzu tanımlamak için önce denklemi göreyim s.v.p., rahat okunmuyor diye rahat yazıyorum aslında şimdiki gençler pek rahat, kalemin yazdığı her şey edebiyattır diyene iki nokta ve kaba parantezle gülerim, kabahat toprakta çünkü nemi tutuyor kendisi eksik olmasın, bu kadar hızlı dönmek için ölmek gerekmiyor ya şems, polisiyemiz eğer katılırsa domino taşı dizme yarışmasında rekor kırabilir bence, işte arzuladığımız doğada ender rastlanan bir tür medyası, bugün gelse judas’ı bile papa ilan eder bunlar eminim, o sigarayı sana yedirmek istiyorum belmondo, lamaları devlet hizmetine almamız gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum, yıldızlar yerinde güzel bırak dursun yar, bu konuya hakim olabilmek için gereği düşünülsün yaz kızım, penguenler üşümesin ve smokin giyme mecburiyetleri kaldırılsın, lost güzel dizi ama hikayeyi mantıklı bir sona bağlamaları mümkün değil, sende balıklara atacak kadar akıl olsa şaşarım kaptan, eğer saymayı bilmesem üçü nasıl bulurdum, beni sevdiğimin kelimelerine emanet ediniz, sizin düşündüğünüz devrim amaç değil anaçtır ne doğuracağı belli olmaz, istesem bu ülkeye guiza’yı kral yaparım ama halk buna hazır değil, ekmek bıçağımı bulamıyorum sende mi brütüs, dahi anlamındaki de'yi ayrı yazmak için dahi olmaya gerek yok, ve sevgilim beni sıkma ben okuma bilirim..