Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi kendi arzusuyla yola çıktığını söylerdi

Sen de gel burası boyu geçmiyor dediler, ben de inandım. Boğulacağım aklımın ucuna bile gelmiyordu. Sadece biraz tadını çıkarmak istiyordum, o kadar. Karaciğerimin ağrısını yeniden duyup ufak bir haz almak istiyordum. Tuzlu suyun tadını yeniden hatırlamak istiyordum. Gözlerimi yumarak başımı suya batırmak istiyordum. Bu sular bana yaşamın tadı gibi geliyordu. Adım adım ilerledim, önce bileklerime, sonra dizlerime ulaştı deniz. Başlangıçta ne kadar keyifliydi, en azından ben öyle olduğunu zannediyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, nasıl olduğunu anlayamadan, su birdenbire derinleşti ve beni hızla dibe çekmeye başladı. Yüzmek istiyordum ama eskisine göre ağırlamıştım sanki. Denize girmeden önce böyle miydim hatırlamıyorum, girene kadar bu kadar ağırlaştığımı fark etmemiştim bile, şimdi onca ağırlığın beni dibe doğru çekmesine engel olamıyordum. Dibe doğru inmeye devam ediyordum arşimede inat. O sırada etrafımda dönmeye başlayan köpekbalıklarını gördüm. Bana doğru yaklaştılar hızla. Yaklaştılar ve birbirlerini beklemeden, önceden biriktirilmiş bir hırsla benden parçalar koparmaya başladılar. Acıyı her yanımda hissediyordum, bütün vücudumla   duyuyordum. Benden kopan her parçayla kanım oluk oluk suya akıyor, etrafımı kızıl bir renk kaplıyordu. Sanki burada bile bir şeyler yazıyordum, hatta yazdıklarımın yaşaması için o pos bıyıklı amcanın dediği gibi kırmızı ile yazıyordum ama, mamafih suya yazıyordum ve suya yazdığım için kaybolmaya mahkumdu hepsi, köpekbalıklarının acımasız dişleri arasında parça parça yok olan bedenim gibi suya karışan kanım da yok olup gidecekti. Bu denizde her şeyi ile kaybolmaya mahkum olan biriydim, bir yandan peyderpey yok oluşumu hayretler içerisinde izliyor, bir yandan etrafımı saran kızıllığın da yavaş yavaş mavinin derinliği içinde sönümlenmesine şahit oluyordum. Aslında bu duruma hiç düşmeyebilirdim. Beni çağıranların sesini duymazlıktan gelseydim, ya da onları dinlemeseydim, bu sulara hiç gelmeseydim, ya da gelmiş olsam bile an azından boyumun ölçüsünü bilseydim, o da olmazsa bu sularda yüzerken daha dikkatli olsaydım, şimdi hala nefes alıyor olabilirdim. Başım yukarıda kalabilirdi ve güneş yüzümü yakabilirdi. Şimdi ise her yer kararıyordu yavaş yavaş. Gözlerim kapanırken, son kez çevreme baktım, dibe doğru giderken, vücudum yok olurken, nerede bulunduğumun farkındaydım.  Nerede boğulduğumu şüphesiz biliyordum, oysa köpekbalıkları öyle değillerdi, onlar kalabalık bir sürü olarak başıma üşüşmüşlerdi, ve nerede yüzdükleri ile değil kimi parçaladıkları ile ilgiliydiler. Ölmeden bir yolunu bulup onlara denizi anlatmak isterdim, suyu bilsinler isterdim, ama ben bile boğulana kadar bilememiştim ki son raddeye gelmeden anlatabileyim. Yarı kapalı gözlerimle en büyüklerinin dişlerini burnumun dibinde seçebildiğimde fark ettim ki, burada, bu sularda beni bitiren bu mahlukat, denizi hiç duymamışlardı, hiç görmemişlerdi. Yüzümde acı bir tebessümle başımı teslim ederken ben, köpekbalıklarının hiçbirisinin haberi yoktu denizden, ve hiçbiri suyu bilmiyordu, sahiden…
Çok sonra elinde bir mektupla biri yaklaştı sahilden...