Bırakın beni, ben masumum! Ben bir şey yazmadım!

"Sen düşüncelerin bulutlaştığını bilir misin? Bulutlaşır, cıvıklaşır, katranlaşır. Tedailer zikzak çizer boyuna. Kafatasında musikisi biter kelimelerin, uğultu başlar, şuuraltının veya şuursuzluğun uğultusu. Hayat, uyku ile uyuşukluk arasında raks eder. Tehlikeye düşen vücut için, şuur bir safradır. Külçe gibi, leş gibi yaşamak da yaşamaktır. Zekanın sürekli isyanlarından bizar olan madde, bu şımarık, bu geveze, bu mütecessis meşaleyi bir üfleyişte söndürür. Cinnet maddenin zaferi."

-Bir şey yazmadım diyorsun, masumum diyorsun, oysa burada senin hakkında bin tane delil var evladım?
-Asıl bahsettiğiniz bin delilin hepsi, akıl bahşettiğiniz bir delinin varlığını kanıtlar hakim bey, inanın ben de anlayamıyorum, onlardan akıllı olduğum halde nasıl bu hallere düştüm, neden herkes rahatsız oluyor bilmiyorum, yaşamasını bilmiyorum acaba ondan mı?
-Evladım senin verdiğin rahatsızlık yüzünden insanlar gitmeye başladı, buna rağmen neden ısrarla devam ediyorsun, neden bırakmıyorsun?
-Ah! Bırakmak kolay mı hakim bey? Akıl insanın yakasını bırakıyor mu hiç? Ama şunu bilin ki, hakikaten masumum; ben sadece insanlar içinde tutunamayanlardan bir t.tuna.ayan’ım, hepsi bu...

"Saçlarından yakalayamıyorsun zamanı, mısraa, şiire kalbedemiyorsun. Ve sükut, medar ormanlarındaki bitkiler gibi büyüdükçe büyüyor. Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kağıda geçirmek istiyorsun, kağıda yani ebediyete. Zavallı çocuk, bilmiyorsun ki ebediyet sümüklüböceğin izleri kadar aldatıcı. Ve, önce sükut vardı, kelam değil. Tanrı sükuttur diyor bir Hint bilgesi. Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış. Şimdi odana dön ve aydınlanmak için yan, aydınlatmak için değil."