zindandan İzzet'e mektup

sevgili kardeşim İzzet Işık;
Petersburkaya'da bir haftayı doldurduk! soğuk yüzünden telgraflar bile çalışmıyor, kimbilir bu mektup da ne zaman senin eline geçer, hatta belki ben bile ondan önce İstanbul'a gelirim, yeter ki şu soğuklar bir bitsin. dün akşam Rodya ile beraber bir bodrum kat meyhanesinde seni andık. O daha seninle tanışamamış, yani ismen bilirmiş ama açıp okumamış, ama ben anlatınca seni çok sevdi, bugüna kadar tanışmamış olmamıza yazık dedi. Ben de bizim takımın çoğunu zaten tanıdığını anlattım, hatta geçen gün Ulrich Efendi, Werther, Gregor Samsa, Harry Haller, Bay Oblomov, Jean Baptiste ve bizim Hikmet'le beraber Viyana'daki hayat sanatı toplantınızı anlattım, çok heyecanlandı. Keşke burda olsa da şu masanın üzerinden bizlere seslense dedi, biz de hayalen seni oraya yerleştirdik.
Sonra sen Petersburkaya'da bir bodrum meyhanesinde, bana, Rodya'ya, bay Marmeladov'a, Mışkin'e, Çiçikov'a, Karamazovlara seslendin. Onlara İstanbul denen aydınlık şehrin güzelliklerinden bahsettin, çeşmeleri, bahçeleri, aşkları derken kaptırdın kendini konuşmaya. Derken kalabalıktan biri kalktı, 6. dereceden bir memurdu bu adam, tutup bir rus romanının içine yerleştirsen kendiliğinden kahramanlığa meyleden biriydi. Ben, dedi, bir kitaptan bahsedildiğini duydum, sizin şehrinizde, o kadar kalınmış ki okumaya başladıktan sonra bir ömür bitmezmiş, içinde o kadar çok kelime varmış ki insan sadece bu kelimelerle hayatı boyunca konuşabilirmiş, öyle bir de kahramanı varmış ki, daha ışığın parçacık mı yoksa foton mu olduğu bile tartışılırken, onun aydınlığı su götürmezmiş, biraz da ondan bahsedin bize lütfen.
Sonra sen elini koltuğunun altına atıp o kitabı çıkardın, sizler, dedin, hepiniz nasıl Gogol'un paltosundan çıktıysanız, bizler de işte buradan çıktık!

Hepimiz beyaz mantolu adamın mantosundan düştük, hiçbirimiz tutunamadık.