beni bil

ben bilinmez adam değilim ki, herkes gibi korkularım var işte, herkes kadar umutlarım kırıntılı, karşımda bana bakarken senin gözlerin kapalı, sağ elinde teraziyi tutuyorsun ya hep dengede, bir kefesinde korkularım var, bir kefesinde umutlarım, nedir o sol elindeki galiba benim kılıcımı almışsın, sapında elin, keskin ucunda canım. bilememenin ilacı şüphesiz acı bile olsa yeter ki sen beni bil canım, kendinden sonra bil elbette. sonra buralara gel kitaplarımdan oku, ben seni sıkmam bilirsin. sonra bilgilerimizi tazeleyelim her gün her gün defalarca, birbirimizi tazeleyelim de falanca filanca aradan çekilsin, malumat yığınında boğulanlara kuleden bakıp, bilmemelerine üzülelim, ayağa kalkalım. sen ögretmen ol mesela, ben çantanı taşıyayım, kapı kapı dolaşıp eşiklerden atlayalım, köy köy dolaşıp yaylalarda koşalım, koyunlarını sayan çobanlara uçurumlardan ve sürü psikolojisinden bahsedelim, kurtlardan bahsedelim, çobainlardan bahsedelim, nirvanaya ulaşmanın kestirme yollarını öğretelim, artık herkes koyunlarını oradan götürsün, gidilen yollar tehlikeli koyunlar kaybolmasın.
ben bilinmez adam değilim de, herkes gibi günahlarım var işte, herkes kadar sevaplarım sayılı. doğru şekilde toplanınca kırk, düşünmeden çıkarınca bir, elimdekilerle çarpınca sonsuz, zamana bölünce sıfır, kökü bütün hesaplarda toprak, karesi gökyüzünden baktığında sonsuz bir ev ki, gün be gün ziyaret ettiğime değil asla, sadece ziyaretlerle yetinecek kadar uzakta kaldığıma pişman olurum, ben de herkes gibi en çok evimde huzur bulurum, sessiz kalma hakkına sahip olduğumu öğrendiğimden beri herkes gibi hak ve özgürlük mücadelesinin içindeyim, sabretme özgürlüğü için deyim yerindeyse gözümü kırpmadan barikatlarda bekliyorum. bazen bütün samimiyetimle korkuyorum da, gömlek ceplerimde tuttuğum ateşle ısıtıyorum ruhumu, dikkat ediyorum çok, yakmıyorum. sigaram olmadığı için bazen şiirlerde bazen de şarkılarda ben eksik kalıyorum, dumanım olmadığın için galiba hepsinde sen. sonra bütün yeşilay cemiyeti rengini değiştiriyor maviye, her şey bir televizyon dizisi kadar gerçekliğe bürünüyor, merak ediyorum seksenlerden sonra neden kimse büyümüyor, eksenlerde sonsuz dönüşlerde sen dâhil bütün gök cisimleri aynı yöne dönüyorsa ben neden durayım?
ben bilinmez adam değilim ya, berkes gibi sosyal araştırmalarım var işte, çerkes kadar danslarım hareketli. kitaplarım hep kalın saysam altı yüz sayfadan çoktur, dinlediklerimi sevmenin tek yolu var dinle sen de iyice kulak verirsen inci küpelerin daha çok yakışır, beni sevmiyorsan bile dinle çünkü başından geçenler o zaman daha çok anlaşılır. senin derdin de anlaşılmaktır belki anlatmaktan ziyade, yoksa dünya sağ olsun bize anlatacak çok şey veriyor istesek yazarız günlük iki yüz kelime yeter, bense anlaşılmak istediğim için cümle hissiyata kelime yetiştiremiyorum, arka bahçemde zaten yetiştiremiyorum zira kahverengi toprak az, binalar çok yüksek beyaz ışık az, yeraltı zenginliklerimi yitirmişim mavi su az, bir tek siyah taş kalmış bahçenin köşesinde bir de suyunda denizleri bulduğum rengi yeşile çalan eski çeşme. damlalar bir değil, bin değil, ayağımın dibinde o kadar çok çeşme var ki, hayratlar içerisindeyim, duvarların dışarısındayım, üzerlerinde okuyamadığım onlarca isimle, işlenmiş mermerler, gri taşlar ve isimler, şehirler, istanbullar, ankaralar, izmirler. çok filozof dinledim lakin inanmıyorum hiçbirine çünkü söylenegelen bu akımlar, izmler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir ancak.
ben bilinmez adam değilim hiç, herkes gibi ellerim var işte herkes kadar gözlerim hipermetrop. birinin yakınımda olması yetmez daha da yakınıma isterim, uzağa baksam güzel düşünürüm ancak iyi göremem, yakına baksam hep düşündüğümü görmedikçe hiç sevinemem, işte bunlar şüphesiz kurtarılmaya muhtaç gözlerimi ziyadesiyle gereksiz şeylere harcadığımdır şimdiye dek, daha dün gözbebeklerim kafam kadar olmuş dedi doktor, ama doktor, en azından onlar yerinde duruyor, bazen en tecrübeli doktorlar bile göremiyor. önünü göremeyenler ekseriyetle takılıp düşüyor, ama ben tutunamayan dediysem sadece tel üstünde dengede duramazsam düşerim, bir de trapezde adamakıllı tutunamam tek sallanırken, geriye kalan bir şey varsa zaten avucumun içindedir. hep aceleciyim çünkü biliyorum vakit dar, gemiler kalkıyor artık meçhule değil, sen de bineceksen bin, bineceksen bil ki önceden keşfedilmiş güzelliğinden emin olduğumuz yerlere gideriz, bir karayel eserse ardımıza alır denize atılmış şişelerle yarışırız, sağ salim kıyıya vasıl olunca huzurla yakarız hepsini yelkenlerine kadar, o ülkenin yerlileriyle anlaşır dönmeyi reddeden semazenlere katılırız, neyle avunuruz bilinmez artık bilinir, hala niyetin varsa gemiler kalkıyor, içinde fransız şairler bir de albatroslar taşıyor, hiç düşünmez misin neden bütün şairler ölüyor da kuşlar sonsuza kadar yaşıyor?
ben bilinmez adam değilim artık, herkes gibi yazılarım yok işte, herkes kadar kolay okunmuyor belli ki. sadece fehminin kuvvetine ve idrak yollarının pürüzsüzlüğüne olan güvenimden mütevellid, cebimde sürekli bir not defteri taşıyorum. kelimeleri ciddiye aldığım için kelimelerimde ciddiye alınmayı diliyorum. var olmanın dayanılmaz hafifliğinden değil, lal olmanın dayanılmaz ağırlığından adım atamıyorum, bildiğin adımı kelimelerin arasından çıkarıp pencereden atamıyorum, bildiğin adamı inanarak dinlediğimden içime atamıyorum, bildiğin adamı kendi yaptığım gemiyle terk edip denize açılamıyorum, hem bildiğin gibi, beni bildiğin gibi değil daha, zaten çok önceden bildiğin gibi, ne kadar okursak okuyalım, okumak yetmiyor, yetseydi keşke ama yok, okumak yetmiyor bir de üstüne inanmak gerek, dumanı da cabası üstelik. hâsılı kelam, bilinmez bir mutsuzluğu bilinen kelimelerle anlatmaya çalışırım hep, bilinen bir mutluluğu bilinmeyen denklemlerle çözmek isterken, bir yaklaşık sonuç ise tek istediğimiz, aman iki olmasın bir dediğimiz, bilhassa gözlerimiz karanlığa alışmasın bu kadar, bu kadar küçülmesin gözlerimizdeki noktalar, ay bırakınca dalgaları yüzüstü çok üzüldük biraz da gülelim.
bana bir şey söyle güleyim,
bir şey daha söyle,
inandır.