yağmurlu bir günde resimli bir gazetede, "kurumumuzda çalışmak üzere, ateşe karşı gönülgözüpek ve çok kitap okuyan itfaiyecilere ihtiyaç vardır" ilanını görür görmez ilk görüşte yangın çıkardım. karşısındaki ateşin harflerini doğru anlayacak ve yanmaya koşa koşa gidecek itfaiyecilere o zamanlarda pek ihtiyaç yoktu. söndürmek için yanacak adamlara toplumda sosyal statüko nazarıyla bakılıyordu ve kapıların üzerindeki boncuklar bile yanmaz gözden yapılıyordu. hem aydınlanmak için, hem aydınlatmak için yanacak itfayecilere bir gün ihtiyaç duyulacağını düşünmemişti kimse. ateşe sözü geçmese dahi nazı geçecek, serinleştirici ateşleri keşfedecek, yaktıkça arındıracak ateşler bulacak itfaiyecilere muhtaç olunduğunun farkına vardığında belediye yetkilileri, beni, kırk yaşını devirmiş fahri inayet'i koşulsuz işe almak durumunda kaldılar, çok kolay oldu, zira ben ateşin anayurdunu bile biliyordum, evet, çünkü dünyanın merkezinde yaşıyordum. işe başlamadan önce bile, buralarda yanıp buhar olmaya çalışarak bulutların içinde, ya da düşüncelerin buharlaşmasına razı olup ateşin varlığını reddetmekten evlere sığınarak, hayatımı sürdürüyordum. çünkü düşünceler katiyyen buharlaşmamalıydı, katranlaşmalı, en azından is bırakmalıydı evlerin duvarlarına soğuk gecelerde. sonunda ben de itfaiyeci oldum, çünkü bu işin içinde bir de kurtarılacak kediler varmış, üstelik kurtarıldıktan sonra karşılığını verecek kadar vefalı kediler. ben kedileri bütün samimiyetimle seviyordum, ağaçlarıyla birlikte. ağaçların fedaisiydim, çünkü ağaçlar bize kağıt olurdu, ve hiçbiri kağıt olup mürekkebe bulanmadan yakılamazdı. bence adamlar da kağıt olmadan yakılmamalıdır, ama o günahlarını yazdıkları kağıtlarla tutuşturulanlar var ya, işte onlar yanlış kelimeler seçmenin cezasını ziyadesiyle çekerler. görüldüğü gibi cahil bir adam sayılmazdım, elifle merteği ayıracak kadar bilirdim ilmini, ama biri ayıramazdım zinhar, bir benim için saymaya başladığım andan beri önemliydi, peki ben itfaiyeci olmaya en çok ne zaman mı karar verdim, tam manasıyla ifade edememekle birlikte muhakkak söylemeliyim ki, o mecnun denen zibidinin suratına eldivenlerimi çıkarmadan şöyle ziyadesiyle yakıcı bir tokat aşkedip, ateşin kimyasını sopa zoruyla öğretmeyi içimden geçirdiğim zamanların çok evvelinde, uzun yıllar önce o duvarda, karşımda harikulade bir yangının başlangıcını gördüğümde, ve itfa edilecek fikirlerimin ilk kıvılcımı aldığı gün, diye bilirim.