Il était une fois dans l'ouest

ışık doğudan yükselir derken haklıdır, bütün kelimelerinde olduğu kadar, ama bunun için ne kadar doğuya yol kat etmemiz gerektiğini söylemez, osmanlı hesabıyla belki 1158 belki 1815 belki daha uzak, biz gidebildiğimiz ölçüde viyana'ya kadar yol alıp çok önemli anlaşmalara imza atarız ülkeler arasında.
yürüyen dağlarla çizilmiş doğal sınırlarımız içinde çeşit çeşit ülkeler doğar büyür ve yaşarken en bıçkın tamlamamız tamlayanını kolay kolay değiştirmez, medeniyetenek yarışında eksik kalışımızın yegane sebebi sınırlarını çizdiğimiz esas ülkenin hakkını verememiş olmamızdır.
zamanında başka hükümdarların akıl ülkesinin sınırlarını çizerek tahtına bilmemkaçıncı hikmeti geçirmesiyle, hızını almış şairlerin önünde hiçbir ordunun duramadığını, keskin kalemlerin akıttığı kanlarla sulanmış kişisel tarih sayfalarından öğrenebildiğimiz kadarıyla biliyoruz.
bir zamanlar yüzlerce kıtaya hükmeden bir şiir imparatorluğunun doğduğu bu topraklarda, bu akıllı gelişimin sonrasında daha akıllı bir devrimle tahta geçen esas şair ve ekibi, ve bu devrime kaymaz zemin hazırlayan herkes, bugün okullarda resimleri asılı olmasa bile bazı ülkelerde kahraman kabul edilirler.
kabul edilirler, evet, çünkü ülkeler çeşit çeşittir, mesela;
“bu ülke” ile “diğer ülke” arasındaki soğuk savaş senelerdir sürüyor ve yavaş seneler birsürü yorumu akıllara getiriyor; yakın uzayda bu kadar imkan varken hükümdarlık sınırlarımızı uzak dünya ile sınırlı mı tutacağız?
“akıl ülkesi” ve “k.ülke(disi)” arasında silahlı çatışmalar almış başını yürürken ayağı takıldıkça düşe yazıyor ama okumuyor; oysa okumasını bilmemek masalı değiştirmez, göğe bakmak gözleri yormaz.
“ülke.r” ile “rainer m. r.ülke” arasında az önce başlayan mücadele ise r.ülke’nin yenilmezliğine karşı ülke.r’in afiyetle yenilebilmesi sonucu çarçabuk bitti bile, das stunden-buch gegen dankek; kırmızı çaya karşı ilahi komedya,
danke!