bu topraklarda rüzgarlar haddinden fazla şiddetlenmeye başladı, eğer bir tufan ihtimalini göz önünde bulundurursak, o gemiye ikimizin birlikte binme ihtimali mevcut; yok eğer hafif yağmurlarla geçiştirmeye devam edeceksek günleri, önümüzdeki defterlere yangın duaları yazmaya devam edeceğiz.
KANAVİÇE
rüzgar: rüzgarlar, uçurtmaları uçuranlar ve uçurmayanlar olarak ikiye ayrılır. sıcak ve soğuk rüzgarlar diye de ayrılabilirler ama bu kısa süreli ayrılıkları müteakip çabuk barışırlar. bazı rüzgarlar gemi götürür, bazıları gemi azıya alır, bazıları gemi batırır, bazıları ise gemi uçurur. biz burada nefesten mütevellid kuvvetli esen ve yakaladığında uçuran rüzgarlardan bahsediyoruz.
had: haddi müdaafa yoktur, vaadi müdafaa vardır. o vaat, bir misli bahadır, bir sengine yekpare acem mülkü fedadır. yazılarının kenarına kalemle süslü sınır çizgileri çizersin ki herkes girmesin, buna had sanatı denir. haddi zatında bu kez yazarın da haddini aştığını düşünmüyor değilim ama izin ver sınırlarımı da ben çizeyim değil mi, kırmızı damlı evler ve gözetleme kuleleri en iyi haritalarda görünürmüş, hadi ordan!
şiddet: “ne bu şiddet bu cemal/şu bendeki aşk olmasa” mısralarında şairin de belirttiği gibi, sevdiceğin cemali bazen o denli şiddetlidir ki, uzaklaştıkça yakar. öyle de bir güneştir işte medeniyet gibi. ama ne olursa olsun kağıtta şiddete hayır, çünkü şiddet, iki d ile yazılır, yazımızı okuyan kıymetli okura şeddedemeyeceği bir teklif sunar.
tufan: en kötüsü de tufanda yalnız kalmaktır. bir yazar demiş ki, “beni inandırmak için tufana gerek yoktu, ben zaten ezelden beridir yağmur severim.” buradan kendisine sesleniyorum, ses veriyorum, kork-ma. bütün şairler yazarlar müzisyenler hep aynı yağmuru mu kullanıyoruz sanki, elbette hayır. ama bu postmodern tufanı müteakip gemilerin dağlardan geri dönüşünde nebi ses nebi nefes, uzaklarda bireylerde, şarklılar söyleniyor. peace!
göz: konuşmaya yarayan organımıza göz denir. kitap okumaya yarayan organımıza da göz denir ama kitap okurken konuşulmaz gürültü olur. göze gelmek kötü, göz göze gelmek iyi, gög-göz’e gitmek çirkindir, izmir sevmem zaten hiç. gözün nur topu gibi bir de bebeği vardır, ama mahremin arka kapağında da okunabilen gözbebeği tanımından burada bahsetmek istemiyorum, onu yerine şöyle bir alıntım var:"senin gölgeni içmiş, onun göz bebekleri". shocking!
gemi: zannedildiği gibi meçhule filan gitmez hiçbiri, bu konuda bana güvenebilirsiniz. su üstünde yüzen her şeye gemi galiba denir, bütün denizlerin mürekkep olduğunu düşünürsek kağıt gemilerin denizde yüzmesi bir tarz çelişki sanki oluşturur. yok eğer bütün mürekkeplerin deniz olduğunu kabul etsek bu sefer de vapurlara olan aşkımız karşılıksız herhalde kalacak, o halde buradan ona yetişebilmek için ek sefer konulsun. bu arada, karpuz kabuğundan gemi olmaz, film de.
ihtimal: yakin ve tuzak olmak üzere iki çeşittir. okullarda uygulamalı dersi gösterilen ikincisi, dersini öğrendikçe rüyalarda gösterilen birincisidir. ülkemiz çok değişti, artık ihtimal filan olmaz diyenlere, ikibinli yıllarda fransız ihtimali gibi hareketler görülmez sananlara, belki de ben fransız olurum ama böyle bir şeye asla ihtimal vermiyorum diyenlere şöyle seslenilir: ihtimal verilmez, alınır.
hafif: müzik. din leyelim ley buakşam? önüne geldiği kelimeye "az" gibi pek de olumsuz sayılmayacak bir anlam katsa da, önüne geldiği kıza hiç de olumlu sayılmayacak biranlam katar. örneğin afrikanın bazı beldelerinde meşreb itibarıyle kulağına çalınan istisnasız her müziğe yüksek oynaklı refleksif figüratif fiziksel tepkiler veren kızların ardından gıyaben hafif denildiği duyulmuş, ama müzik sesi ne hikmetse duyulmamıştır. hey mr.dj! please don’t stop the music!
yağmur: bkz.(dahadikkatli)
günler: köpürür. snoblaşır. günler sayılınca geçer, öpünce geçmez, tavır yapma müdürüm bu alıntı sayılmaz. altın günlerinden vazgeçilir sinema günlerinden vazgeçilmez, gelen günleri geriye boş göndermemek günlerin sahibinden alkış alır, komşu tabağı bile boş yollanmazken ne haddimize. haftanın bazen bir, bazen bin günü vardır; ama belki günlerce süren “günü yaşa” hayatımızın son gününde, daha günü yaşayamadan kaybedince anlayacağız ki aslında günü değil gülü kurtarmak gerekiyordu, bilesin, göğsümde hangi yöne açılmış tek gülsün, der gibi, şizofrengidergibi, bu da mı gül değil sayın hakem?
defter: en güzel defterler alın çizgili harika metod defterlerdir. ama benim öyle güzel defterlerim olmadı hiç evet, hepsini kendim aldım, satırlarını kendim çizdim, sayfalarını kendimle doldurdum, galiba ondan mütevellid ne sağdan ne soldan kimseye uzatamadım. neyse uzatmayayım, kendi yazdığım bu defterlerden okuyunca şüphesiz zarardayım, halbuki bütün defterleri bir muhasebeci hassasiyetiyle tuttuğumu sanmıştım. ne diyeyim, aaa, maça çok iyi hazırlanmıştık, sonuna kadar mücadele ettik, üç puan istedik ama olmadı, artık önümüzdeki defterlere bakıcaz.
yangın: su yangını söndürür derler, şu yangın hariç?
dua: karıcığım bana eroin koya
rabbim şimdi bir polisi tutuklar gibi
değişik bir hayvan tıkanıyor göğüslerimde
menşei cam çocukların haysiyetiyle
pasiflora anlamında tiren koşayım.
koşayım filmlerin adı bu olsun
şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur
rabbim gör rabbim duy rabbim bağışla
rabbim kızın annesi bankada memur.
sol yanlarım cumartesi küle çalışsın
mason teşkilatlara çapsın bisiklet
titreyeyim muştalara sapayım kopkor
rabbim kız okula geliyor, yaşasın cumhuriyet!
işte yeniden gür bir kapsül sürçsün eşikte
al sakallı bir kelebek başlasın bitsin
bu kestiğim son kardeşim surları sökün
hayır judas düğünüme gelmeyeceksin!
semerkandı denetleyen bir dedektif mor
yar göğsüne salmadığım şu pürüz sicim
sakis dahi peşindedir bir kur’an’ım vor
eh onu da siyah kotumla giyeyim rabbim!
rabbim o tarz bir tiyatro gelsin bu şehre
haddinden fazla mermi kuvözden seksin
rabbim rabbim ben de sordum sarı çiçeğe
ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!
işte şimdi kör bir masat yorumluyorum
ham meçlere seyrediyor göz bebeklerim
öğrettiğin trenlerle baştan çıkayım
lübabeyim lübabesin lübabe rabbim!
ah muhsin ünlü
V for velettalin, amin.