Önümüzdeki taşlara bakıcaz. Her yer kaldırım, yer yer arnavut. Gökten düşen meteor parçaları bunlar. Dargın suda sekmeyen, bu hep derdime fransız taşlar. Düştüğü gibi çabucak batıyorlar hepsi derine. Bir takım oklar, ve bazı taşlar, nedense çabuk batıyorlar derine çabuk iniyorlar. O zamanlarda kabuk değiştiriyor, mevsim oluyor insanlar. Değiştirmeksizin değişiyor, koyu derine değiyor. Ama bize şimdi yaz tadili, evet hayır gidelim. Tebdili me-kanda ferahlık var ise kont kaleme kul olur ancak. Temsili mekanda ferahlamak için buyuralım su. Olur ya bazen hava. Ama illa ki toprak. Ve en çok da ateş. Suyla yakılır, huyla yıkılır bu can. Kıvamında değil daha, ne kadar acı kattınız buna? Fazla değil azıcık acı. Bir çocuğun trene taş atması kadar acı. Bir filozofun havaya taş atması kadar gerçek. Bir delinin kuyuya taş atması kadar zevkli. Bir adamın kuyuya adam atması kadar. Gözümde hatırı sayılı izler bırakan. Kendi elektriğini kendi üreten adamlar bile var yanaklarında barajlar olan. Serinlemek için kendi doldurdukları gölde boğulmuşlar anlaşılan. Hele bir de nehirlerinde yolculuk serbest olsa. Denizler çok isteyince iki ve katlarına bölünse. Yağmur yağınca ben kalsam sen kalsan herkes kaçsa. Herkes kaçsa kaç hiç önemli olmasa. En az yedi, en çok üç, gerisi irrasyonel olsa. Sonuç bir çıksa ve ardımda kalansız bölünsem. Ayağa kalkıp dersimi hatasız versem. İlk dert tanışma. Son dert taşınma. Eşya almak hep yasak. Artist alınabilir b.'den gönül rahatlığıyla, ve çok arzu edilirse n.’den hayvan alınabilir. Bazı hayvanlar ise göğsümüzde tıkanabilir. Şüphesiz ki en güzeli budur hayvanların. Bir de kediler güzeldir gerçekten. İlgi alanlarımız bile hep ortak pazar. Bilgide kooperatife sanırım külliyen karşıyız. Oysa ben cumartesiyi severim pazardan ötürü. Takvimlerimiz aşkın mı miladı? Önce şunu hatırlatmak isterim ama. İsa’da bir marangozdu mesela masasına tutunamayan. On üç numaralı formasıyla çıkan oyuncu Judas. Çobanlık düşünür müsünüz benlik bir meslek olarak? Düşünmeye açık koyunları uçurumdan düşürmeye acık. Kırmızı koyunlar güderiz, siyah koyunlar dinleriz. Gün akşam olur, biz de gideriz. Kırmızı koyunlara hayır deriz, yok hayır! Nasıl da kolayca yokum diyor, acaba hiç düşünmüyor mu? Ülkesini soruyorum güzel sözlerle bana sadece tokum diyor. Bu ülkenin adamları da her cepheye yetişemiyor. Silahlarımız yeterince uzun menzilli değil. Dağın bir de öbür yüzü kesin. Ancak yüz yüze geldiğimizde başlar cephe muhaberesi. Göz göze gelince biter. Perdenin ardına aşırmaksa mesele sözleri. Mesafe hak getire zaten. Havada kayboluyor gözü kapalı fırlatılan oklar. Hepsini ben attım. Koşabilirdim o zaman belki, ama belli ki koşmazken de attım. Dünyanın bütün atlarına binmiş bütün süvariler dört nalan. Koşarken fısıltılar yankılanıyor dört yandan, yalnız ve ancak duymayıp dinleyince. Ve üstümde incecik bir zırh bu beni konuşturan şüphesiz . Aslında bütün bunlar da, ya üzerimde onun hafifliği bilinen, ya da lal olmanın dayanılmaz ağırlığı.