havalar soğurken kalan son sıcak nefesleri havvalar soluyor. bundan ziyadesiyle eminim çünkü inanıyorum. benim bin üflemeyle ısıttığım ellerimi onlar tek bir nefeste sıcak tutmayı başarıyorlar, öyleyse o nefes hakikatten sıcak olmalı. zaten ısınmak isteyenler için burada ateş yakmaya yetecek kadar el yapımı eller var, ama asıl soru pervasızca buraya yerleşmiş ve diyor ki; sırtımızdan paltomuzu çıkarmak için illa ateşlerin tutuşmasını ya da havvaların ısınmasını bekleyecek miyiz?
dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun mühim değil çünkü ben kendi tedbirimi aldım. soğuktan korunmak için çıkmadan önce oda arkadaşım yusuf'un gömleğini giydim, kendisi örnek bir dostum olup benim mahpus damından dahi arkadaşımdır, gömleğin üstüne sevdiğimin hırkasını sırtıma geçirdim, öyle ki; bu hırkayı senelerdir behemahal giyiyorum ve hala sapasağlam, şüphesiz ömür boyu eskimeyecek bir yünden örülmüş, nihayetinde düğmelerini iliklediğim hırkamın da üstüne ahmet bey'in ceketi ile gogol'un paltosunu giydikten sonra en edebi halimle dışarı çıkmaya hazırdım.
o soğuğa rağmen sokağın köşesinde oturmuş go oynayan adamları görünce ne kadar zeki olduğumu bir daha hatırladım, allahtangobiliyorum. eved gemileri yakmamış olsam bile bir zamanlar ben de hispanyada bulunmuştum, o günler gündüzleri go taşı arayıp geceleri tango yaparak geçirdiğim, oyun tahtasındaki taşlar gibi siyah beyaz zamanlardı. şimdi sokağımızda sabırla oynayan adamları görüp de yeniden dansa başlamam gerektiğini anlayınca, birden o eski türkçe tangolar aklıma geliverdi, göktürk dilindeydi yanlış anımsamıyorsam, sevdim bir genç kadını diye başlayan, ama sözleri tam da hatırlayamıyorum. dur bakayım nasıldı:
imanımlaonabirsesverebilseydimeğer
yoksa keman mıydı? isterseniz öyle de olabilir, elbette keman sesi de güzeldir, ama klasik kemençe hepsinden ayrı bir güzeldir. bir de güzellik için göreceli bir kavram derler, yanlış, bence daha ziyade dereceli bir kavramdır, bilhassa görmeyle ve düşünmeyle irtibatlı.
busesiyleonaersembanadünyayadeğer
güftekarımız burada bir değer ölçüsü olarak dünyaya seslenmiş. dolayısıyla bizim burada busesini özlediğimiz, sesini bildiğimiz, eşini görmediğimiz ney olabilir? zaten dünyanın en güzel sesleri istisnasız her gün semada yankılanırken simada bir gülümseme hasıl ediyor.
nevazıhkidenizenginşuufuklarörgün
aslında burada hiçbir şey vazıh olmamakla beraber, aklını kullananlar için izaha da mahal bırakmaması beni açıklamaktan geri bırakıyor. yoksa nice mütercimler, muallimler, müfessirler bir araya gelse, “örgün” gibi lüzumsuz bir kelimenin burada ne aradığını bulamaz.
binümitledoğuyorheryenigün
buralara gel, gez, dolaş, gör, bil ve her seferinde aynı kapıdan çık. gerçekten de tango süper bir dansmış naif, bu yüzden dans kültürüne karşı önceden biriktirdiğim bütün kurtlarımı şimdi döküyorum. bir dahaki sefere hatırlatın da, sizlere ayakta birkaç temel figür göstereyim.
işte böyle, birkaç dakikalığına da olsa içimiz ısındıysa ne mutlu. şimdi yeniden sokağa, soğuğun pençesine dönelim, ama artık bu pençelere karşı biz de arslanlarımızı açıklayalım değil mi, yanacak ne varsa hemen buracıkta tutuşturalım, sonra hep yanında kalalım yaktığımız ateşin, sıkılan ruhumuz sıcaklıkla genleşsin, kalem tutan parmaklarımız eldivensiz ısınsın.
dans mı? jamais de la vie!
dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun mühim değil çünkü ben kendi tedbirimi aldım. soğuktan korunmak için çıkmadan önce oda arkadaşım yusuf'un gömleğini giydim, kendisi örnek bir dostum olup benim mahpus damından dahi arkadaşımdır, gömleğin üstüne sevdiğimin hırkasını sırtıma geçirdim, öyle ki; bu hırkayı senelerdir behemahal giyiyorum ve hala sapasağlam, şüphesiz ömür boyu eskimeyecek bir yünden örülmüş, nihayetinde düğmelerini iliklediğim hırkamın da üstüne ahmet bey'in ceketi ile gogol'un paltosunu giydikten sonra en edebi halimle dışarı çıkmaya hazırdım.
o soğuğa rağmen sokağın köşesinde oturmuş go oynayan adamları görünce ne kadar zeki olduğumu bir daha hatırladım, allahtangobiliyorum. eved gemileri yakmamış olsam bile bir zamanlar ben de hispanyada bulunmuştum, o günler gündüzleri go taşı arayıp geceleri tango yaparak geçirdiğim, oyun tahtasındaki taşlar gibi siyah beyaz zamanlardı. şimdi sokağımızda sabırla oynayan adamları görüp de yeniden dansa başlamam gerektiğini anlayınca, birden o eski türkçe tangolar aklıma geliverdi, göktürk dilindeydi yanlış anımsamıyorsam, sevdim bir genç kadını diye başlayan, ama sözleri tam da hatırlayamıyorum. dur bakayım nasıldı:
imanımlaonabirsesverebilseydimeğer
yoksa keman mıydı? isterseniz öyle de olabilir, elbette keman sesi de güzeldir, ama klasik kemençe hepsinden ayrı bir güzeldir. bir de güzellik için göreceli bir kavram derler, yanlış, bence daha ziyade dereceli bir kavramdır, bilhassa görmeyle ve düşünmeyle irtibatlı.
busesiyleonaersembanadünyayadeğer
güftekarımız burada bir değer ölçüsü olarak dünyaya seslenmiş. dolayısıyla bizim burada busesini özlediğimiz, sesini bildiğimiz, eşini görmediğimiz ney olabilir? zaten dünyanın en güzel sesleri istisnasız her gün semada yankılanırken simada bir gülümseme hasıl ediyor.
nevazıhkidenizenginşuufuklarörgün
aslında burada hiçbir şey vazıh olmamakla beraber, aklını kullananlar için izaha da mahal bırakmaması beni açıklamaktan geri bırakıyor. yoksa nice mütercimler, muallimler, müfessirler bir araya gelse, “örgün” gibi lüzumsuz bir kelimenin burada ne aradığını bulamaz.
binümitledoğuyorheryenigün
buralara gel, gez, dolaş, gör, bil ve her seferinde aynı kapıdan çık. gerçekten de tango süper bir dansmış naif, bu yüzden dans kültürüne karşı önceden biriktirdiğim bütün kurtlarımı şimdi döküyorum. bir dahaki sefere hatırlatın da, sizlere ayakta birkaç temel figür göstereyim.
işte böyle, birkaç dakikalığına da olsa içimiz ısındıysa ne mutlu. şimdi yeniden sokağa, soğuğun pençesine dönelim, ama artık bu pençelere karşı biz de arslanlarımızı açıklayalım değil mi, yanacak ne varsa hemen buracıkta tutuşturalım, sonra hep yanında kalalım yaktığımız ateşin, sıkılan ruhumuz sıcaklıkla genleşsin, kalem tutan parmaklarımız eldivensiz ısınsın.
dans mı? jamais de la vie!