sessiz bir kış gecesi havada bildiğin nuh kokusu
serinlemek için okuyup üflenen hattat mahareti nefes
yedinci kattan aşağı düşerken bir damla hacer
tam da tepeme çinliler gibi bilerek ve isteyerek.
eldivenli bir şair lafta sevgililerini arayıp duru
dökülmezden önceki son akşamı bu çinilerin
o fotonlar hiç çarpışamazdı dünya aradan çekilmese
dışarıdan bakınca tabii, öyle görünür uzak ki.
yolun sonu bugün yazıldı ama dante ortada yok
hem yaş gösterilir mi bu modern zamanda ne kader ayıp,
ya bu ceketlerin içine nasıl sığmışlar o eski adamlar?
kitaplar en çok üstüne basmak içindir mevzu alırken.
adım atılırsa kutuya-çekince-hep boş çıkar gözler,
caddeler çünkü susuz oradan gemi hiç gitmez
eğilmeden kurtulamazsın güneyliler çok iyi ok atar
bir de göz hizasında esen yüz dönülmez rüzgar taş.
gözümde koparsa tufan dev yaralar tuz basar
buradan ayak ucuma damladığı bir denizin durgun suyu
kıyıya vuran yunusu şüphesiz vefa borcu kurtarmak
bak umut alıp veriyor demek hala nefes var sıcak.
sanki bana da çinliler mi zulmetti bu kadar, yok?
geri çekilen sular seddini aştı yeşil taşları yıkamadan
ve açığa çıkan balıklar çıplak ve suyu bile biliyorlar artık
bölünen ayda bir temizlesin buraların tuzunu kuşlar.
ne olursa nasıl ölürse bu kadar hayvan susuz
yine gel git sonra yine önümde defter çok
dilde sadeleşme olur alfabeden bütün harfleri sileyim
kafeste tek söz tek kalsın tek kafi başka aslan yok.
tunaadam
çay tutulması en iyi nereden izlenir?
paşalar aynı hizaya geldiğinde..
hayatımda gördüğüm en zeki müren olan bu deniz canlısı hakkında şimdiye kadar çok sey yazılıp çizildi, lakin bunların hiçbiri bırakın musikişinaslığın deniz dibinde yaşayan canlılar üzerindeki ahlaki etkilerinden bahsetmeyi, melodisiyle en yakınından bir muhayyelkürdi makamından bile bir nota dahi öteye geçemedi, halbuki ülkemizde hiç yoksa en az ikinci el araba sayısı kadar makam vardır ve vatandaş bunların çokluğuna hayret etmekten çoğu zaman yokluğunun farkına bile varamaz, ben vardım.
dağları denizleri aşıp şehrimin fersah fersah ötesinde bir yerde yokluğumun farkına vardığımda saat dördü yirmiiki geçiyordu. ben saate bakarak yön bulamam, bulanlar olabilir, mesela mutat çay saati olanlar şehrimizin giriş kapısını adeta eliyle koymuş gibi bulabilir. masaya oturursun, biri gelir ve anlatır, tassavvuf mevduatı sigorta fonunun gelirlerindeki düşüşün sebebi hikmetini kitap kahramanları ile açıklamak yerine kahramanların kitabıyla açıklamaya başlar, tereddütsüz hak verirsin, çünkü ona da hak vermiştir, hakkıdır buluta hayran milletimin istikbal.
***
hasatımda gördüğüm en çevik bir insan olan bu kara hayvanına dair günümüze ulaşan belgelere dayanarak söyleyebiliriz ki tarım ve köy işleri enstitülerince yetişmiş insan ihtiyacı belirlenirken, küçük adamların ve dahi kardelenlerin koştuğunu gören köylülerin kendilerine nereye yetişeceklerini sorması üzerine kimsenin tirene yetişeceğini söylememesi yurdun demir ağlarla örülü olmamasından değil demir perdelerle örtülü olmasından kaynaklandığından, örtülü ödenekten buraya ayrılan miktar ancak ört ile sınırlı kalabilmiş, o da bildiğiniz üzere kısaca örtmen demek, muallim değil, hoca camide.
belki de bu yüzden milli eritim nazırlığı sahipsiz çocukların liselerde kendilerini sabun yapmasına engel olamıyor, onların üstüne doğal olarak köpüren hocalar da talebelerden haliyle tepki topluyor, kağıtlar arkadan öne doğru gelsin, öğretmenler! yeni nesil sizin eser miktarda çabanızı daha kendilerine ulaşamadan havada yok ediyor bakın, bunları şehrin göbeğinde liseli gençlerin sebep olduğu pamukçuklara şahit olmuş biri olarak söylüyorum, müfredata dahil değil elbette, sınavda da çıkmaz, sokak.
***
hayatımda kördüğüm en ahlaklı teklif olan bu hava bileşeninin bugünün şartlarında ademoğlu üzerindeki etkisini yitirdiğine ve oksijen maskeleri ve hava tüplerinin sokaklarda bedavaya dağıtıldığı günlerin geldiğine şahit olduğumuz bu devirde, nefes alıp verme konusunda en savurgan bir canlı olan insan bu haliyle merdiven çıkmaktan ya da hızlı koşmaktan imtina ediyor, kapitalizm bir yandan bu büyük harf ve başkent yönüyle katılımcıları yargısız imtihan ediyor, yara alanlara muhabere sahalarında yargı bezi yetişmiyor, hemşire, bana oradan biraz daha morfin getir.
istersen buradan dönebilirsin sevgili okur, sen ise buradan devam edebilirsin sevgili yazar, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar, edeniyyet dediğin tek dişi almış canavar yumruğunu yüzüme yerleştirdikten sonra geride kalan dişlerim için planlamasını bana sunmaz ama, ben ringe çıkmadan önce kendi önlemimi alırım, bu koruma yöntemine yirmilikler dahil, cimrilikler hariçtir, çünkü ilim ve sevgi konusunda cimri davranmanın kabul edilecek bir yanı yoktur, ama yazıya illa açıklama yapmak gerekirse diye de, her zaman ceketimin iç cebinde bir yani vardır, içimdeyse bilmediğim bir yabancı sızı, daha yakindan tanımam gerek.
bin derde deva geliyor, biraz daha sabret güzelim, sa-sa-sa-sa-sabır.
hayatımda gördüğüm en zeki müren olan bu deniz canlısı hakkında şimdiye kadar çok sey yazılıp çizildi, lakin bunların hiçbiri bırakın musikişinaslığın deniz dibinde yaşayan canlılar üzerindeki ahlaki etkilerinden bahsetmeyi, melodisiyle en yakınından bir muhayyelkürdi makamından bile bir nota dahi öteye geçemedi, halbuki ülkemizde hiç yoksa en az ikinci el araba sayısı kadar makam vardır ve vatandaş bunların çokluğuna hayret etmekten çoğu zaman yokluğunun farkına bile varamaz, ben vardım.
dağları denizleri aşıp şehrimin fersah fersah ötesinde bir yerde yokluğumun farkına vardığımda saat dördü yirmiiki geçiyordu. ben saate bakarak yön bulamam, bulanlar olabilir, mesela mutat çay saati olanlar şehrimizin giriş kapısını adeta eliyle koymuş gibi bulabilir. masaya oturursun, biri gelir ve anlatır, tassavvuf mevduatı sigorta fonunun gelirlerindeki düşüşün sebebi hikmetini kitap kahramanları ile açıklamak yerine kahramanların kitabıyla açıklamaya başlar, tereddütsüz hak verirsin, çünkü ona da hak vermiştir, hakkıdır buluta hayran milletimin istikbal.
***
hasatımda gördüğüm en çevik bir insan olan bu kara hayvanına dair günümüze ulaşan belgelere dayanarak söyleyebiliriz ki tarım ve köy işleri enstitülerince yetişmiş insan ihtiyacı belirlenirken, küçük adamların ve dahi kardelenlerin koştuğunu gören köylülerin kendilerine nereye yetişeceklerini sorması üzerine kimsenin tirene yetişeceğini söylememesi yurdun demir ağlarla örülü olmamasından değil demir perdelerle örtülü olmasından kaynaklandığından, örtülü ödenekten buraya ayrılan miktar ancak ört ile sınırlı kalabilmiş, o da bildiğiniz üzere kısaca örtmen demek, muallim değil, hoca camide.
belki de bu yüzden milli eritim nazırlığı sahipsiz çocukların liselerde kendilerini sabun yapmasına engel olamıyor, onların üstüne doğal olarak köpüren hocalar da talebelerden haliyle tepki topluyor, kağıtlar arkadan öne doğru gelsin, öğretmenler! yeni nesil sizin eser miktarda çabanızı daha kendilerine ulaşamadan havada yok ediyor bakın, bunları şehrin göbeğinde liseli gençlerin sebep olduğu pamukçuklara şahit olmuş biri olarak söylüyorum, müfredata dahil değil elbette, sınavda da çıkmaz, sokak.
***
hayatımda kördüğüm en ahlaklı teklif olan bu hava bileşeninin bugünün şartlarında ademoğlu üzerindeki etkisini yitirdiğine ve oksijen maskeleri ve hava tüplerinin sokaklarda bedavaya dağıtıldığı günlerin geldiğine şahit olduğumuz bu devirde, nefes alıp verme konusunda en savurgan bir canlı olan insan bu haliyle merdiven çıkmaktan ya da hızlı koşmaktan imtina ediyor, kapitalizm bir yandan bu büyük harf ve başkent yönüyle katılımcıları yargısız imtihan ediyor, yara alanlara muhabere sahalarında yargı bezi yetişmiyor, hemşire, bana oradan biraz daha morfin getir.
istersen buradan dönebilirsin sevgili okur, sen ise buradan devam edebilirsin sevgili yazar, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar, edeniyyet dediğin tek dişi almış canavar yumruğunu yüzüme yerleştirdikten sonra geride kalan dişlerim için planlamasını bana sunmaz ama, ben ringe çıkmadan önce kendi önlemimi alırım, bu koruma yöntemine yirmilikler dahil, cimrilikler hariçtir, çünkü ilim ve sevgi konusunda cimri davranmanın kabul edilecek bir yanı yoktur, ama yazıya illa açıklama yapmak gerekirse diye de, her zaman ceketimin iç cebinde bir yani vardır, içimdeyse bilmediğim bir yabancı sızı, daha yakindan tanımam gerek.
bin derde deva geliyor, biraz daha sabret güzelim, sa-sa-sa-sa-sabır.
muz kabuğu
devrin alimi darvin tarafından savurgan bir şiddetle savunulan tek yol evrimin esasında bir hulk hareketi değil de bin sekiz yüz elli dokuz rakunlu tepeden inme bir yaptırım olarak yaşına göre erken geliştiğine dair yok edilemez bulgurlar demoklesin keskin eleğinde elenmeyi müteakip hiç kesirsiz bir kesinlikle kanıtlanıp uçarken acaba hangi avcı tarafından böylesine saçma bir saçma ile vurulmuş dersiniz bittikten sonra bir sonraki ders için her zamanki gibi siyasal bilgiler amfisinde toplanmak yerine hep beraber arka bahçeye çıkıyoruz ve hangi yöne başımızı çevirsek görüyoruz ki burada yeşillikler içinde galapagostan binbir norgunkla getirdiğimiz bukalemunları enis baturun değersiz kelime oyunlarına hapsetmiş olmanın heyecanını yaşarken ölmek diye işte ben buna derim soyuluyor galiba çok içtiğim için ayakta duramayıp evriliyorum ya da bütün gün sevgili teorim için kırlardan böcek toplarken güneşin altından haddinden fazla kalkmışım gidiyorum derken birdenbire karşıma bir aslan çıkıyor ve düşünün o zamanlar daha galatasaray ancak televizyondan gördüğü uefaya bile hiç çekinmeden ufo muamelesi yapmakta ve tanımlayamamakta siz de haklısınız zira ben de olsam bu tanım ve hayvansılıktan uzaklığının derecesi bilinmeyen bir ışıkla uçan ufoları evimin salonuna koymaz ve en güvenli yer olarak ankastre mutfakta saklardım şayet harp çıkarsa tedarikli olabilmek adına yakışır bir davranış sergilerken aynı anda paralel evrenler arasında bir geçişin imkansızlığı üzerine son denememi de bugün huzurlarınızda gerçekleştiremeyebilseydim.
yaraya sargıda kusur etmeyene karşı şaraba saygıda kusur etmem, counterrespect.
zarar ziyan tutanağı
sor-usu olan var mı diye sorduğunda cevabı yapıştırmamla hocanın yüzünü silmesi, kalkıştan hemen sonra düşen bir uçak gibi kimsenin beklemediği bir anda gerçekleşti, infilak pek şiddetli oldu çünkü bazen en mutedil insanların bile bir sabır taşı çatlatma noktası vardır ve bu çatlak doğru metodlarla tam da o ayrılma anında yapıştırılmadığı takdirde kişi ileride durumu idare edebilmek adına çok daha büyük tavsiyelere ihtiyaç duyar ki, bunun ihtimali hakikaten çok düşük, bugün dışarıda eli yüzü düzgün tavsiye bulma ihtimali neredeyse yok denecek kadar az, ama yine de insan yok diyemiyor işte, az diyebiliyor, neden? çünkü ümit kesmek olmaz diye biliyor, ondan.
sen o ümidi kesmeye her yeltendiğinde gökten bir yenisi inme.di mi?
rögar that!
işi biten yağmur suları, en kolay şekilde topl-ardamarlar yoluyla denize taşınırken osman hamdi bey ve ninja kaplumb-ağalarının evlerini bir güzel yıkaya-dursun, m-illet olarak seferberlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde "harry potter ve kozmik oda"nın ülkemizde bu kadar geç vizyona girmesinin sebebi hikmeti nedir sor-usu benim kafama balığa atılmış olt-aya takılan bir post-al gibi takıldı.
bunun "yaşam boyu popcorn"a razı sinema izleyicisinin bizzat bu seferberliğe ve beraberliğe razı bir görünüş sergilemesi ve sahadaki isteksiz oyunu ile alakalı olduğuna olan inancımı özgürce yaşayabildiğim seküler ülkenin cümleten devrik kralı olarak bu kadar çağdaşlığa layik olmadığımızı düşünüyor olmam, kimseye bu konuda medeni kanunun hükmünü uygularken "neden-i kanun"u üzerinde kafa yorma hakkı vermese bile, bulut verir, beraberinde ille de yağmur isterseniz.
ama bu kanalizasyon hizmeti sonrasında oluşabilecek bütün gerekçeli kararlarda belediyenin verdiği bitkiye dayanmak yoluyla ağaçtan onay beklemek insafsızlık olduğu gibi, duvarındaki yazının altına sahte imzalar atılmış bir hakimin huzurunda düpedüz aymazlık da sayılır, zira ağaçtan onay almayı beklemek sıradanlık sırasıyla sana bana moleküler transportasyon kadar uzak olduğu halde, gölgesinde dinleneceğimiz dev çınar da aksine o kadar yakındır suya bakma başın döner.
ama bu yolu seçen gene kurak geçen senenin sonunda metrekareye düşen damlaların azlığına üzülerek söylüyorum ki, şimdi ya da dün gözüm seyirmeye başlamış olsa bile, aman diyeyim ve dahi dileyeyim ki, seyir defterimi başkası yazmasın, çınarlı kubbeli mavi bir liman gördüğüm an ben zaten oraya tereddütsüz girerim, sonrasında ise meçhule gitmeyen gemilerin kalktığı bu limana da kendimi doyasıya bağlamamam içten bile değil gözümü kırpmadan, izle birazdan, baraj kapakları tekrar açılıyor.
şairler bazen düpedüz küstah olabiliyorlar.
bunun "yaşam boyu popcorn"a razı sinema izleyicisinin bizzat bu seferberliğe ve beraberliğe razı bir görünüş sergilemesi ve sahadaki isteksiz oyunu ile alakalı olduğuna olan inancımı özgürce yaşayabildiğim seküler ülkenin cümleten devrik kralı olarak bu kadar çağdaşlığa layik olmadığımızı düşünüyor olmam, kimseye bu konuda medeni kanunun hükmünü uygularken "neden-i kanun"u üzerinde kafa yorma hakkı vermese bile, bulut verir, beraberinde ille de yağmur isterseniz.
ama bu kanalizasyon hizmeti sonrasında oluşabilecek bütün gerekçeli kararlarda belediyenin verdiği bitkiye dayanmak yoluyla ağaçtan onay beklemek insafsızlık olduğu gibi, duvarındaki yazının altına sahte imzalar atılmış bir hakimin huzurunda düpedüz aymazlık da sayılır, zira ağaçtan onay almayı beklemek sıradanlık sırasıyla sana bana moleküler transportasyon kadar uzak olduğu halde, gölgesinde dinleneceğimiz dev çınar da aksine o kadar yakındır suya bakma başın döner.
ama bu yolu seçen gene kurak geçen senenin sonunda metrekareye düşen damlaların azlığına üzülerek söylüyorum ki, şimdi ya da dün gözüm seyirmeye başlamış olsa bile, aman diyeyim ve dahi dileyeyim ki, seyir defterimi başkası yazmasın, çınarlı kubbeli mavi bir liman gördüğüm an ben zaten oraya tereddütsüz girerim, sonrasında ise meçhule gitmeyen gemilerin kalktığı bu limana da kendimi doyasıya bağlamamam içten bile değil gözümü kırpmadan, izle birazdan, baraj kapakları tekrar açılıyor.
şairler bazen düpedüz küstah olabiliyorlar.
saf aklın eleştriği
bu sayfayı düzgün görüntüleyebilmek için tarayıcınızda 7,62'lik mermiler kullanmanız önerilir. zira mp5 formatında şiddet içeren siteye mahkeme şeyhi konduğu günden beri, sitemizde en çok sitem yüklü müridler muvakkaten ikamete zorlandılar, görülüyor ki şu ahir ömürde her şeyhin bir bedeli var. belki bugündür diye bir mektup düşünüp posta kutusuna elimizi uzatır uzatmaz, okumadan önce beklentileri indir diyerek göğsümüze namlu dayayan, ve bizi eller havada kıskıvrak tutuklayan bu kanunsuz fasıl heyeti, türk sanat musikisine olan sarsılmaz bağlılığımızı bir silah markası zannettiğinden mi, yoksa zeki müren de nihayetinde bir paşa olduğu içün kabrine savcılar gönderilmesine karşı olduğumu bildiklerinden mi, yoksa ve yoksa "şu!" tabancasıyla işaret ettiklerimi behemahal koruma bahanesiyle, olası bir hüsnükast teşebbüsüne karşı zamanında müdahale edebilmek için mi, karanlıkta bile gören gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmamışlar? sürekli tepemde dolaşan bir uyduya nasa onaylı bir nass kadar güvenip, bu kadar yakin bir takip ile beni uzaydan bile izlenen bir astronot adayı haline getirince, elbette semayı kuşatmış yıldızların hakiki sırrına vakıf olamıyorum, acaba ayın elemanı adayı olarak armstrong'un pabucunu dama atmamdan mı korkuluyor, yoksa yıldızların yerini değiştirip burçlara haram yollu faiz uygulamamdan mı? ama sırf bu sebepten ve saflığımdan faydalanıp beni aynı safa dizmeye kalktığınız bu topluluk, bu tek sıra olmuş hareketsiz duran, muhtemel dost görünümlü muhteşem post modern balmumu heykeller, kışın ortasında bir sanat eleştirmeninin son derece yerinde bir tespitinin taneleri gibi dağıldığında, derdimi anlatacak kadar öğrenebilme niyetiyle giriştiğim bu yoğunlaştırılmış metodla hispalyonça derslerine devam zorunluluğu tek celsede ortadan kalkar, ondan sonra ocağın başında ısınırken ocağın başında, havanın bu soğuğundan dahi kendisine kabahat bulup utanıp sıkılan, ve burnu sırf bu sebepten kızaranlara da, zannediyorum ki artık bu şirk gösterisinde kimseler gülmez.
mani
bu kadar yürekten çağırma beni,
bir gece ansızın gelebilirim
beni bekliyorsan uyumamışsan,
sevinçten kapında donabilirim..
-kapıda n'aparsın n'aparsın?
-donabilirim..
-oğlum donabilirim değil, ölebilirim.
-belki ben donarak ölüyom, di mi emel hanım?
-niye donuyorsun oğlum?
-gece soğuk olmaz mı?
-şarkıda donulur mu be?
-ben şarkıda donmuyom ki, kapıda donuyom...
mani
bu kadar yürekten çağırma beni,
bir gece ansızın gelebilirim
beni bekliyorsan uyumamışsan,
sevinçten kapında donabilirim..
-kapıda n'aparsın n'aparsın?
-donabilirim..
-oğlum donabilirim değil, ölebilirim.
-belki ben donarak ölüyom, di mi emel hanım?
-niye donuyorsun oğlum?
-gece soğuk olmaz mı?
-şarkıda donulur mu be?
-ben şarkıda donmuyom ki, kapıda donuyom...
bu tarz bir tiyatro gitsin o şehre
tarihi geçmiş bir "ayva tatlısı" konservesi tadında
henüz noktalanmamış bir “arkası yarın” hikayesi
(üç perdelik komedi/tek perdelik trajedi/ince perdelik müzikal)
henüz noktalanmamış bir “arkası yarın” hikayesi
(üç perdelik komedi/tek perdelik trajedi/ince perdelik müzikal)
oyuncular: kapı(56 yaşında, gürgen), ahmet(28 yaşında, mühendis), yeşim(8 yaşında, öğrenci), emine(23 yaşında, komşu)
k-ding dong!
a-kim o?
y-ben.
(kapıyı açar)
a-n’oldu yeşim?
y-ahmet abi, ablam dedi ki, eğer bi maniniz yoksa akşam size misafirliğe gelmek istiyoruz.
a-akşama çok benim işim
geç saatleri bulur gelişim
zaten ağrıyor yirmilik dişim
git ablana böyle söyle yeşim.
y-aa nasıl nasıl bi daha söyle?
a-olmaz, sadece bir kere söylerim.
y-ya hadi bi daha, akşam geç kalınca, sonra neydi?
a-de ki, “ahmet abinin bi manisi varmış abla, kapıda bana söyledi ama unuttum”.
y-unutmadım ki, dişin ağrıyomuş işte.
(merdivenlerden koşarak iner)
***
k-ping pong!
y-ben geldiim!
e-nooldu? evde değil miymiş ablacım?
y-hı? yok, evdeydi. sordum ben manisini.
e-manisini sormayacaktın ablası, bi manisi var mı diye soracaktın.
y-varmış söyledi bana.
e-ne dedi, “dışarı çıkmam gerekiyor” mu dedi?
y-cık, dişiarıyomuş.
e-dışarı neymiş?
y-dişiağrı yomuş!
e-aa, gerçekten mi? ay hap vereyim bi tane ağrı kesici de onu götür o zaman, dur sen.(mutfağa gider)
y-bi de sana şiir yazmış. onu okudu bana.
e-ne? nasıl yani şiir?(mutfağa gitmez)
y-şiir yazmış, hem de kafiyeli şiir. ama ben unuttum sözlerini.
e-nasıl şiir yaa, böyle romantik şiir mi, hı?
y-hı hı.
e-ay sen dur ben götüreyim şu ilacı o zaman. bana da okur belki hım? ay okur mu okur kız, ehi!
y-ben de gelcem yaa!
e-bekle burada sen.(banyoya gider)
***
k-tink tank!
a-kim o?
e-emine ben, ahmet bey, alt komşunuz!
a-iyi akşamlar, iyi halt komşum emine hanım, buyurun?
e-ay merhaba, dişiniz ağrıyomuş diye duydum, ben de ilaç getirdim size.
a-teşekkür ederim, ama geçti şimdilik, ihtiyacım yok yani, sağolun.
e-aaa olsun siz alın, lazım olunca kullanırsınız.(boynunu büker)
a-gerek yok gerçekten, sizde dursun ben ihtiyaç duyarsam kapınızı çalarım, öyle yapalım.
e-şeyy, peki o zaman.
a-peki.
e-.
a-size iyakşa…
e-bi de şey…
a-pardon?
e-ay çok pardon, şey diyecektim.
a-efendim?
e-yeşim söyledi de…
a-neyi?
e-siz çok güzel şiir yazıyormuşsunuz.
a-o da nereden çıktı şimdi?
e-aa, yazmıyo musunuz?
a-nemünasebet, ben mühendisim emine hanım, ne anlarım şiirden!
e-ama yeşime okumuşsunuz bi tane, ben de ondan şey yaptım.
a-yok, galiba yanlış şey yapmışsınız.
e-yaa!(yeşime bakar)
y-ahmet abi yaaa! dişinin şiirini okusana bi daha deminki hadi hadi noolur!
a-hah o muydu şiir dediğiniz? tamam, ama sonra evinize gideceksiniz tamam mı?
y-taamm.(gülüşmeler)
a-akşamları olur benim işim
o’nu bulur her gece gelişim
bana acı verdi hep şu dişim,
kapıyı tek o’na açarım yeşim.
y-yağaaa! ama gene unuttum ben, ahmet abi yazsanaaa!
e-ay o zaman siz bu ağrı kesiciyi alın şimdi, yani gene ağrıyosa..
a-..(üzülür)
k-bing bang!
y-zil çaldıı!
e-aa, aşağıdan çaldılar galiba, misafir mi gelcekti size?
a-gelecekte, şimdi beklemiyorum...
(ayak sesleri duyulmaz)
-le fin-
devamı için bkz. ti’li geçmiş zaman.
-günün anlam ve önemini belirten konuşma-
sevgili günlük,
bugün 13 aralık, pazar.
burası edirnekapı, istanbul..
oyunlarla yaşıyoruz oğuzcum, şimdi tehlikesiz oyunlar.
sevgili günlük,
bugün 13 aralık, pazar.
burası edirnekapı, istanbul..